top of page
  • Yazarın fotoğrafıEsma Aydan Dikmen Aksoy

fincana kahve koydum gel


Her şeyi iki taneydi onun. Yalnızlıktan korkardı, bu yüzdendi her şeyinin bir eşinin olması. Onun bir eşi yoktu; ama eşyalarının vardı. Her şeyden iki tane… Oturma odasında, manzaralı penceresinin önünde iki nergis dururdu saksıda. Nergisi severdi, annesi de severdi. Nergislerin çaprazında iki koltuk dururdu, aynı döşemeden. İki tane tek kişilik koltuk, hep birine tek başına oturduğu… Bir masa dururdu sonra; dört ayaklı, iki sandalyeli. Masanın üzerinde bir sürahiyle ona arkadaş iki bardak dururdu, içleri hafif nemli. Masanın arkasında bir kitaplık dururdu. Bugüne kadar okuduğu, okumak istediği ne kadar kitap varsa, sayılarını bilmiyordu onların. Raflarda dizili dururdu kitapları, bir tanesi hariç. Yazdığı tek kitap, basılma ümidini kaybedince atmıştı kendini raftan aşağı, o kitaplığın arkasında dururdu, tek başına. Yatak odasında iki kişilikti yatağı. İki yastık dururdu, renkli pikesinin üstünde. Yazık, ikisine de aynı baş koyulurdu. Yatağının yanlarında komedin dururdu iki tane. Üzerlerinde birbirinin aynısı örtüler. Dolabının iki kapağı vardı, çok değildi ki eşyası; küçük bir dolaba sığardı. İki kilim vardı yerde, iki de aynası duvara dayalı. Birine baksa diğerinden de görürdü kendisini. Arkası ve önü, aynı yüzün iki farklı tarafı, aynı hayatın bölünmüşlüğü; arkası ve önü. Korkardı çünkü aynada tek başına durmaktan. Gölgesi değildi diğer aynada olan, kendisiydi. Gölgesinden de korkardı. Ya karanlık alır giderse onu? Gözünü arkasını gördüğü aynadan alınca iki parfümünden birini sıkardı. Kadın kokusu, hafif... Parfümlerinin yanında iki kutu dururdu. Birine tokalarını koyardı, diğerine takılarını. Kutudakiler harf alışverişi yapardı sıkılınca; takı ve toka. Banyo aynasının önünde iki diş fırçası dururdu. Biri yolculuktan kalma, diğeri evin üyesi. İki diş macunu dururdu. Biri bitmeye yakın, diğeri açılmamış. İki tarağı vardı banyoda. Biri aynanın önünde, diş fırçalarının yanında; diğeri şampuanlarına yakın. Aynı dış görünüme sahip bir şampuanı vardı, bir de saç kremi. Pembe karolara uysun diye pembeydi lifi. Banyodan çıkınca kurulanmak için iki havlusu vardı, duvarda asılı duran. İki havlu, biri az kıvrımlı vücuduna bugüne dek ilgi çekmemiş, diğeri kıvırcık saçlarına yakın zamanda düzleşmiş. Mutfak balkonunda iki piknik tüpü vardı; biri biterse diğeri yanar. Kaloriferin üstünde iki kibrit kutusu, biri kaybolursa diğeri göz önünde durur. Dolabında çift sayılı tabaklar, bardaklar. Eğer bir gün misafir gelirse diye küçücük evine. Hani olur da bir gün yemeğini tek yemezse diye. İki tepsi dururdu fırınının içinde, birine börek yapar, diğerine kek; hani olur ya misafiri gelirse. O dolabın içinde iki fincan dururdu. İki kahve fincanı… biri kendine, diğeri… * Tek severdi o her şeyi. Yalnız yaşamayı severdi. Korkusu yoktu karanlıktan, gece yarısı duyduğu çığlıktan. Kendisiydi gecenin ortasında yine kendini koruyan. Aynanın önünde görünce kendini, neşelenirdi. Arkadaşları gelirdi kimi zaman, gerçi yalnız olsa da içerdi. Elinde bir kadeh olurdu ya da bir bira şişesi, belki koleksiyonuna koymalık başka içki. Gecenin ortasında yalnızdı odasında, elinde bir içki kadehi, korkusu yoktu karanlıktan, korurdu kendisini. Tek severdi o her şeyi. Yıllar önce yara almış, sanır ki atlatmış; o zamandan beri kendisi de tekti. Tek gecelik ilişki severdi mesela. Sadece geceleri konuşulan bir arkadaşlık, tek işte gündüzü yok. Tek kişiyi sevmişti kalbi. Tek bir hayatı vardı mesela, yaşanacak tek hayat. Tek bir kitap dururdu başucunda, adı neydi, yeni hayat? Bir not dururdu kitabın içinde, hani bir gün okursan diye. Okunmayacak bir kitaba yeni bir önsöz yazmıştı cahilin biri; önsözler okunmaz ki. Odasında penceresinin önünde bir parfüm dururdu. Kadın kokusu, hafif… bir lambaderi vardı beyaz, yer değiştirirdi sıklıkla. Bir dolabı vardı, iki kapaklı, az da değildi kıyafeti bilmem nasıl sığardı. Bir yatağı dururdu duvara yaslı, tek kişilik. Kalbine ve yatağına kimseyi almasın diye… iki yastık dururdu üstünde, ikisine de aynı baş koyulurdu. İki yorganı vardı, ya üşürse? Kelimeler vardı sevdiği. Ben’i severdi mesela, sen’i. Biz’e karşıydı, ne lüzumu var ki? Cümlelere karşıydı, hikayelere karşı, kitaplara karşı. Kahramanı kendisi olsa bile bir kitabın, okumazdı; prensiplerine bağlıydı. * Gece oldu bir vakit. Biri tek başına otururken uykusuz, saatin nasıl geçtiğini bilmezken sıcacık ve anneli evinde; diğeri iki yastığının üstüne başını koymuş ağlarken. Gece oldu bir vakit. Biri tek başına gülerken özlediği arkadaşlarına, diğeri bir gece yarısı koparken onu tek kılan her şeyden. Gece oldu bir vakit. Biri yer ararken dert dinlemeye, diğeri gülmek isterken. Öylece giriverdiler birbirlerinin hayatına. Güneş doğdu, güneş battı, güneş doğdu, güneş battı; yan yanalardı. İki farklı şehirde, arada bilmem kaç kilometre, nasıl yan yana olunursa, işte öyle. Biri yedi kocadan artakalmış bakire; diğeri soğuk, emekli şehri. Olur muydu ki? Biri canlı, gençlik karışmış kanına, diğeri elini eteğini çekmiş çoktan hayattan. Olur muydu ki? Benzerliklerini buldular iki şehrin, ortak mazi hepsinden yeğdir. Benzerliklerini buldular iki şehrin içinde ayrı ayrı yaşayan insanların. Biri tek başına, diğeri iki kişi. Sabah aydınlıktı, sabah sıcak. Sabah oldu bir vakit. Sözleşmişlerdi o güne. Biri diğerinin şehrinde, yazmaktan bunalmış; diğeri her gün gibi. Biri yeni bir gün doğmuş gibi içine, yeni bir yüz görmüş gibi sevinçli; diğeri sadece iyiliğinden gelmiş. Biri misafir o koca, sevimsiz şehirde; diğeri ev sahibi, kanına o şehir işlemiş. Güneş tepeye çıkınca, karınları acıkınca; kız dedi bir cesaret “kek yapabilirim sana” içinden ekledi, iki tepsim var benim, iki fincanım var, kahveyi de severim. Sonra elinin hamuruyla gülerken kendine, yüzüne bakmaktan çekinirken, tepsiye koydu kek kalıplarını. Yeni tariflerden korkardı, söylemedi. Diğeri yeterince acıkmamıştı oysa, kek de neydi ki. Ama yedi, kırmadı iyilik meleği. “vakit daralıyor” dedi erkek güneşin batmasına yakın. Kız içinden geçirdi, “bir kahve yapayım”. Duymuşçasına iyilik meleği “bir kahve içelim” Tek başına kahve yaparken biri, düşünüyordu. İki fincanım var benim ve ikisinde de benim dudak izlerim. Bu talih kırılır mı? Dolar mı iki kişilik yatağım iki kişiyle? Bir yastığımdan bile vazgeçerim istese. Tek başına kahve yaparken biri, diğeri düşünüyordu. Şu kahve çabuk pişse, içsem ve gitsem yeniden şehrime, tek başıma olsam elimde içki şişemle… Ürkek adımlarla içeri girdi kız, tek tepside iki dolu fincan. Fal bakılmalık, bol köpüklü türk kahvesi… Ve vermek için fincanı sahibine tam da hafifçe eğilmişken öne, devriliverdi fincan. Sakin ol dedi diğeri, “dur” dedi kız “sileyim”. Sildikçe yok oldu kahve lekesi, sildikçe geçti. Başını kaldırıp da mahcup bakacakken kız bulamadı erkeğini. Sildikçe çıkmıştı çünkü kahve lekesi. Bir melekti o da görünmeden kalbinden çıkan. Fal bakmaya gerek yoktu, melek bilirdi gelecekte olacakları; o yüzden çıkıp gitti odadan. Yerde fincanın kırıklarını toplarken kız ağlayarak, yalnızlık korkusunun esiri oldu. İki kahve fincanı vardı; biri kendine, diğeri meleğine, biri kırıldı tek oldu. Ve o kız güneşin batışında, hep oturduğu iki koltuğun birinde elinde tek kahve fincanıyla, her güneşin batışında bir melek görür oldu. Ve içinden hep aynı cümleyi geçirdi durdu “bir kahve yapayım”.

38 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page