hadi biraz dertleşelim.
öncelikle bu yazıyı yazabilmek için birkaç arabesk parça dinlemem gerekti. bazen düşüncelerim çok dağılıyor ve ben onları toplamakta çok zorlanıyorum. kırılan cam bardak gibi, nereye sıçradığını da bilemiyorum; uygunsuz bir yer ve zamanda batıyor elime, anlıyorum ki evet bir zamanlar bir şey düşünmüşüm. hala da -orhan gencebay'a ve hatta ahmet kaya'ya rağmen- bu yazı nereye gidecek bilmiyorum.
hayatın bana küçük sürprizleri var galiba. karar verdiğim ya da olmasını istediğim şeyler olmuyor. gerçi bunda benim de payım olabilir, bunu kabul ediyorum. ama daha önce bir yerlerde ben de vermiştim bu örneği: üzerinde ölüm tehlikesi yazan trafoya dokunmak. bazen yapmak istediğimiz yasak şeyler oluyor. ben hep yeni dökülmüş betona basmak istedim mesela, bilmem aynı şey mi.
sürprizlerden korkmuyor da değilim. 90ların hit hediyesiydi, dev bir kutu, kutu içinde kutu, kutu içinde kutu; yani matruşkanın bir değişiği, daha sevimsizi. en sonda küçücük bir hediye çıkardı. sanırım hayatımdaki insanlar da böyle. büyütmüşüm ben onları, kocaman kocaman kutulara koymuşum, aslında ufacıklarmış. ya da bilmiyorum. şarkılar da bir şey anlatmıyor.
geçen gün biz kelimesi hakkında bir şeyler yazacaktım, beceremedim onu da. ilham diye bir şeyin varlığına inanıyorum ben. peri tozu atıyor bence, özellikle gece geliyor. o peri tozlarında gümüş edebiyat nitratları var, güneşe çıkınca yanıyor; o yüzden karanlık odalarda yazıyoruz. belki
de düşüncelerimiz aydınlık olsa, her şey net olsa bu oyunun tadı kalmaz.
bazen fazla acele ettiğimi düşünüyorum. işte o bazenlerin hayatın şakacılığı olduğunu düşünüyorum aynı zamanda. yani sen niye şimdi böyle bir şey yapıyorsun ki hayat? düşünelim, önümüzde iki yol var, nereye gideceğimiz hakkında hiçbir fikrimiz yok, ışık da kırmızıdan sarıya dönüyor; özetle eyvah! işte hayat bu noktada arkamızda deli gibi korna çalıp küfreden şoför oluyor ki halden anlamıyor, sadece sövüyor.
bazen bazı şeyleri bilmem gerektiğini düşünüyorum. mesela "doğru insan" kimse bana malum olsun o. "ace"ye ulaşana kadar kaç çarşaf yırtılıyor? sonra kim doğru söylüyor bunu da bilelim. hayat biraz daha bilinir olsun mesela, ya da kendimizi bilelim biraz daha.
nereden aklıma geldi bilmiyorum; ama küçükken alçıyla oynamayı çok severdim ben. düşünelim, bir şey yapıyorum ve o öyle donuyor, kırılana kadar bekliyor beni. ilişkiler de böyle değil mi?
her şeyin bitmesi gerçek mi mesela? hayat diyorum, bazen söylese, dese ki "bak şimdi, sen bunu bunu yaşayacaksın, sonu da kötü bitiyor, pişmanlık vb; laf dinle". acaba yine canımın istediğini yapar mıydım?
sanırım bardağım çok kırıldı benim. ama iyi bir dertleştik mi "biz"?