top of page
  • Yazarın fotoğrafıEsma Aydan Dikmen Aksoy

politik yazı


gariptir şu an arkamda murat dalkılıç çalıyor. ben televizyon kumandasına çok uzağım. kimilerine göre televizyon tarafından esir alındığımız bir çağdayız. kimilerine göre de bu çağ çoktan geride kaldı ve artık internet çağındayız. kimin ne dediğini bir kenara bırakıyor ve televizyondan gelen seslere rağmen ilk politik yazımı yazmaya çalışıyorum. az önce bir sosyal paylaşım sitesinde gördüğüm bir fotoğraf üzerine bunlardan bahsetmek geldi içimden. genellikle takındığım tarafsız tutumuma aykırı olacak mı bilmiyorum; ama bir şeyler söylemeyi deneyeceğim. eğer düşüncelerimi tam ifade edememişsem ya bilgisizliğimden ya da tarafsız olma çabamdandır; ama daha çok bilgisizliğimdendir. neyse; paylaşım gördüm diyordum. dağda 3 pkklının resmi, hepsinin yüzü gülüyor. evet dikkatle bir daha bakıyorum, gülüyor. bu pkklı'yı tanıdınız mı diye soruyor bize fotoğraf. tarih:1999 yer: kuzey ırak. bir de ekliyor, o şimdi milletvekili. tabi şimdiki halini de eklemişler sağolsunlar. bahsettiği kişi bdp'den bir milletvekili. böyle şeyler gördüğümde önce yorumlara bakıyorum. "galeyana gelmek" deyiminin gayet güzel anlaşıldığı yerlerdir buralar. binlerce küfür var tabi. kimisi seçene küfretmiş, kimi seçtirene küfretmiş. kimi "kandaşlarım" diyerek milliyetçi sayfasının reklamını yapmış, hepsini garipsiyorum. şimdi başka bir olayı aktaracağım. yine aynı sosyal paylaşım sitesinde farklı bir paylaşım bu da. bir adam bir köpeğe tecavüz etmiş, köpek ölmüş. fotoğraflar falan da var tabi. yine yorumlara baktım. burada da aynı deyim net bir şekilde görülüyordu. daha çok allah belanı versin ve aynısını senin çocuklarına da yapsınlar yazıyordu yorumlarda. şimdi iki olayı düşünmeye çalışıyorum. köpeğin öldürülmesi gerçekten kötü. insanlığın sapkınlığına bir örnek hatta. ama o zaman tüm cesaretimi toplayıp bu yorumların altına "tamam bu kötü bir şey ama beddua etmeyin bari, ettikleriniz insan" demiştim. tepki de almıştım. bu orada kalsın. pkklı fotoğrafa dönelim. şimdi ben desem ki, tabi ki ama tabi ki insanları öldürmek hiçbir şeyin çözüm yolu değil ve bu insanlık diye bir şeyin artık olmadığının kanıtı. ama sen kimsin ki insanların iradesine küfrediyorsun? sen o ya da bu sebepten dolayı o partiye oy vermiyor olabilirsin, en güzel senin partin de olabilir. belki benden daha çok doğru biliyor da olabilirsin. daha çok tecrüben de vardır; ama insanların fikirlerini öldürmenin insanları öldürmekten daha az acı veren bir yanı yok gözümde. birkaç yıl önce olsa, belki ben de pkklı fotoğraf yorumlarına içimden katılırdım. ama şimdi sorabiliyorum; bu insan neden o fotoğrafta. neden gülüyor yüzleri? neden kanla işleri? neden onlar etkisiz hale getirilirken bizler şehit oluyoruz? neden onlar ve bizler diyebiliyorum? neden kimse kimseyi dinlemiyor? anlamıyorum. beni anlamayanlar da olacaktır mutlaka, olsun. bir nezaket kuralıdır, anladınız mı demek yerine anlatabildim mi demek. bir de aklımda şöyle bir soru var. aslında diğerlerinden pek farkı yok. şu günlerde sanırım 67. günündeyiz açlık grevinin. biliyor musunuz, benim okulumda her gün birileri erkenden uyanıp kaçıncı gündeysek a4lere yazıp okuldaki tüm duvarlara asıyor. biz hocalara bakıyoruz, günler bize. gariptir. belki de yine galeyana gelmekten, yine bir paylaşım görmüştüm. "açlık grevinizi destekliyoruz, hepiniz ölün" yazık. burada iki sorunum var. öncelikle açlık grevinin ne kadar ciddi bir eylem olduğunun farkındayım. ama silahların eşit olduğu bir eylem olduğunu düşünmüyorum. açlık grevi yapanların karşısındakileri zor durumda bırakan bir eylem bu. bir yerde insanların canı. bir yerde verilmek istenmeyen tavizler. taviz verirsen kötüsün, hainsin. grevi göz ardı edersen kötüsün canisin. insanın iyi olmasına imkan yok mu? ha sen şimdi gelip karşıma bu insanların taleplerini hiç dinledin mi? -her iki taraf için- sen hiç evladını kaybettin mi? bu insanlar neden bu yola gitti biliyor musun? dersen hepsine hayır derim. ne konuşuyorsun o zaman dersen, tek diyebileceğim şey 67 gün çok fazla olur. hep olduğu gibi insanların düşünebilen varlıklar olduğunu söyleyerek bitireyim. hatta bunun tersinin ne kadar acıklı olduğunu gözler önüne seren bir anımı da anlatayım. lösemili çocuklar yararına satış yapıyorduk okulda. biz üç kişiydik, furkan, ziya ve ben esma. satışın sorumlusu da benim üstelik. atatürk'ün resimlerinin sözlerinin olduğu takvimler daha önceki yıllarda çok satıldı ve vakfın en ucuz ürünleri bunlardı. ben de yardım edilsin istiyorum, birkaç lira fazla gelse o satışa belki birkaç gülümseme daha katılır hayata. furkan'ın yanına yaklaştılar. "ne mutlu türküm diyene" yazan takvimleri kaldırın buradan, hoş değil dediler. ve tüm gün yukarıdan bizi izlediler. birkaç gülümseme kazanabilmek için okulun güvenlikçilerinin her 5 dakikada bir yanımıza gelip iyi misiniz demesi gerekti. üstelik tüm bunlar, satış sorumlusu ben olmama rağmen benden başkasıyla konuşuldu. belki kadındım ben, belki anlamazdım çünkü, riske atmaya gerek yoktu. o zaman anladım bu kadar kör olmamalı insan. hala konuşabiliyorken, dinleyebilmeliyiz birbirimizi. şu yazıda kimsenin tarafını tutmadım. kimseye sen haklısın demedim. sadece farklı bakış açıları sunmaya çalıştım. bugün konuşarak anlaşmak yerine insanları öldüren herkese karşı olduğum kadar, konuşarak anlamaktan korkan ve insan öldürmeye can atan iktidarlara da öfkeliyim. biz ve onlar diye bir ayrımın olmadığının eğer bu ayrım varsa her yerde birçok biz ve onlar olabileceğinin farkındayım. mesela ben ailemin fikirlerine karşı onlar, onların fikirlerine karşı bizim. garip şey, araftayım. insan insanın kurdudur cümlesini onaylamaktan daha fazlasını yapamıyorum. binlerce ayrımın içinde boğuluyorum. günler, aç insanlar, talepler, savaşlar, yanlı haberler, sabit fikirler, çözülemeyen sorunlar, kan bekleyenler, kan isteyenler, yol gözleyenler, ve bilgisizlik, eğitimsizlik, cahillik... başta benimki! kendime üzülüyorum. haddim olmayarak insanlara da üzülüyorum. babamın hoşlanmayacağını bildiğim halde ben ahmet kaya da dinleyebiliyorum. yıl dönümleri hep acıklıdır. bir gün insanların birbirini dinleyerek benimse daha çok okuyarak konuşacağımız günleri umutla bekliyorum. bazı yazılara edebiyat giremiyor. ama belki de en gerçeği buydu, siyahın hikayesi. *hiçbir şey anlatamadığım bu yazıda, bir şeyler anlayabildiysen ne mutlu bana.

11 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

içeriden mektup: 30 dakikalık duruşma

30 dakikalık dediğime bakmayın, aslında aylar sürdü bu duruşma. Nasıl yani derseniz... Anlatayım hemen nasıl olduğunu, şöyle ki;...

bir diğer mektup

sevgili çocuğum, ağustos'tan ekim'e getirdim seni. inanır mısın hala yaşıyorum. bir bir ölüyor hiç tanımadığım birileri; fakat ben...

mektup

işte sana böyle bir dünya bırakıyorum çocuğum. delik deşik, hastalıklı bir dünya. belki bunları okurken; neden düzeltmedin peki, der bana...

bottom of page