top of page
  • Yazarın fotoğrafıEsma Aydan Dikmen Aksoy

sallanan sandalye


6 yaşındayken aşağıya bakıp yüksekliğinden korktuğum duvara bir göz atıp öyle girdim içeri. hatırlıyorum, benden büyük kuzenlerim bir bir atlardı da o duvardan bahçeye, ben arkalarından öylece bakakalırdım. hem o kadar yüksekliği nasıl korkusuzca atladıklarına şaşar hem de aman evden biri görmesin de kızmasın diye kapıyı kollardım. bahçedeki güllere dokunarak girerdim içeri. o evin her tarafında beni korkutan bir şey vardı. yatakların altından örümcek çıkacak diye korkardım, koridorla salonu ayıran cam kapıdan bana hızla çarpacak diye korkardım, annemin dedesinin duvardaki resminden korkardım... ne yapayım kapkalın kaşları ve uzun sakalları vardı. lakabı da kurt dedeydi, geceleri kurt olur ulur sanırdım. evde beni korkutmayan tek yer salondu. minicik yaşımda cennetten bir köşe olduğunu düşünürdüm buranın. zıplamaya müsait olmayan kadife sarı koltukları vardı. kadife sarı koltukların yer ayırdığı duvarda eski bir cam büfe, o büfenin içinde cennet çiçekleri renk renk fincanlar vardı. ama bunların hiçbiri köşede duran sallanan sandalye kadar ilgimi çekemezdi. sallanan sandalye, sarı koltuklarla sedirin arasındaki boşlukta dururdu. ben her gelişimde tüm gün o sandalyeye oturur ve sallana sallana odayı gezmeye çalışırdım. ben bunu yaparken anneannem mutfakta yemek pişirir, dedem ya balkonda gazete okur ya da sallanan sandalyeye komşu sarı kadife koltuktan cam ekrana bakardı.

13.yaşım dolmak üzereyken o eve gelmek de benim için çekiciliğini yitirmişti. artık korkmuyordum tabi, hatta duvardan aşağı bahçeye dahi atlamaya cesaret edebilirdim. ama evde eksik bir şeyler vardı. bilgisayar yoktu mesela. cep telefonu da çekmiyordu. bunlar yetmezmiş gibi evin yan tarafında bulunan harmanda inekler geziyor ve her yer tezek kokuyordu. ah ne banal! o evde beni mutlu eden tek şey ise hala orada duruyordu. sallanan sandalye! bir gün sallanan sandalyeye oturmuş dışarıya bakıyordum. kendimce o büyük yaşımda özlediklerim ve beklediklerim ve hatta sevdiklerim vardı. artık sallanan sandalyeyle odada gezmek istemiyor, sabit bir noktaya bakıp hayal kuruyordum. dedemin de gözleri artık pek görmediğinden olmalı, gazeteyi eline pek almıyordu. cam ekrana bakmaya gelmiş olacaktı ki beni gördü. bir an göz göze geldik. -ne oldu, senin sandalyenin tekerleri mi kopmuş, diye sordu.

-yaa, dede; dedim, ben artık çocuk değilim. utanmıştım.

-hayırdır, dedi dedem; neden gezinmiyorsun etrafta?

-sıkılıyorum, dedim.

-sıkılmak mı?, diye sordu dedem. neden?

-ankara daha güzel, diye cevapladım. sen sıkılmıyor musun burda?

-neden sıkılacakmışım, dedi. anneannenle oturuyoruz işte tüm gün.

-dede, dedim; anneannemden de mi sıkılmıyorsun?

-eyvah çocuk, dedi; anneannen ajan mı tuttu seni?

güldüm, yok dedim; soruyorum sadece. bunun üzerine dedem konuşmaya başladı:

-insan hiç sıkılır mı hayat yoldaşından?

-sıkılmaz mı?

-sıkılmaz tabi.

-ama dede, 50 yıl boyunca aynı adam aynı kadın, her gün aynı yüz; konuşacak bir şey de kalmaz.

-olur mu çocuk, dedi dedem. bugün onun akrabalarını konuşuruz, yarın benim akrabalarımı konuşuruz, diğer gün seni konuşuruz, sonra abini konuşuruz, konuşacak konumuz biterse ajansa bakar kavgaya tutuşuruz. sen hiç gördün mü 50 yılın 45 yılını susarak geçiren?

-görmedim, ama yok mudur? bence vardır.

-ben 70 yaşındayım ben de görmedim çocuk. hem öyle sevgi olur mu hiç?

-sahi dede, dedim. nasıl olur sevmek? dedemin içimdeki özlemi dindirecek şeyler söyleyeceğini umuyordum.

-sevmek, dedi. sevmek filmlerdeki gibi olmaz. ha bak, selvi boylum al yazmalım diye bir film var, senin bu anneannenle sinemada izlemiştik onu, teyzen de gelmişti. sonra yüz kere de televizyon da gösterdiler, belki öyle olur.

-hani şu kadın evleniyor da adam gidiyor sonra başka adam yardım ediyor da sonra kocası gelince kadın ona gitmiyor o mu?

-hah, işte o film.

-onun diğerlerinden ne farkı var?

-onda meşhur bir laf var çocuk, sevgi emekti diye. bu laf çok doğru bir laf belki öyle olur.

-o ne demek dede?

-sevgi emekti demek, sevenle sevilenin yolda yan yana yürümesi demek. biri önden diğeri arkadan yürürse sevgi olmaz. arkadan yürüyen arkasına bakarak yürürse, önden giden da sağına soluna bakar da arkasına dönmezse sevgi olmaz. sonra seven sevilenin, sevilen de sevenin yolundaki dikenleri taşları toplamasına yardım etmez de taşlardan şikayet ederse olmaz. her gece yan yana yattığına ve her sabah birlikte uyandığına şükretmezsen olmaz. yorulduğunda yaslanacak başın yoksa olmaz. sonra, soba söndü mesela, üşüyorsan olmaz, adam seni ısıtmıyorsa, sana bir güzel laf söylemiyorsa olmaz.

-siz soba sönünce lafla mı ısınıyorsunuz dede?

-odun tutuşana kadar mecbur öyle ısınıyoruz. bak şimdi, diyelim kadın sobayı yakamadı, adam ona bağırırsa olmaz. bağırana kadar git de kendin yak sobayı, kadına ne kızarsın! kadın da bu topladığın odunlar yaş be adam, nasıl yakayım diye adama bağırırsa olmaz.

-ama dede, anneannem sana bağırıyor bazen.

-o şakadan yapıyor öyle şakadan.

-başka?

-daha ne anlatayım? diyelim kadın inek sürüsünün arasında kalmış, korkuyor. onu orada bırakmak olur mu olmaz. sonra diyelim kadın tezek yapmaya gitmiş, kokuyor diye yanına çağırmamak olmaz.

-e dede bunlarda emek nerede? katlanmaktan bahsediyorsun sen.

-emek kalpte be çocuk. anladın mı kalpte.

-anladım anladım. başka nasıl oluyor?

-daha ne bileyim, filmlerdeki gibi olmuyor işte. hadi getir kumandayı da memlekette ne oluyor bir bakalım.

20 yaşımı bitireli 2 yıl oldu,6 yaşındayken aşağıya bakıp yüksekliğinden korktuğum duvara bir göz atıp öyle girdim içeri. önce parmaklıkları aşıp aşağı bahçeye zıpladım. korkulacak bir şey yokmuş. aşağı bahçede kurumuş ağaçlara baktım. dedem ve anneannem bu eve gelmeyeli uzun zaman oluyor. otlar kurumuş, güller solmuş. hatırlıyorum, bir zamanlar köyün en güzel bahçesine sahipti bu ev. şimdi anayola asfalt atmışlar, ev aşağıda kalmış. evin içi açılmamaktan havasız. küçükken korktuğum örümceklerin evi olmuş burası. duvarda tozlanmış sakalıyla duruyor kurt dede. sarı kadife koltular gitmiş de modern çekyatlar gelmiş yerine. benim sallanan sandalyeyi sordum anneme, köyde bir müze kuruluyormuş oraya vermişler. sallanan sandalyeyi bulamayınca sedire oturdum ben de. camların kepenklerini de açınca orta harmanın manzarası karşıladı beni. açık camdan içeri mis gibi tezek kokusu girdi. tezek kokusuyla birlikte yeşil girdi, huzur girdi. birkaç ineğin sesi girdi, tavukların kaçışı girdi. annesini arayan bir yavru ördek girdi, gözü kuşlarda olan minik bir kedi girdi. hafifçe bir rüzgar girdi içeri, sakalda duran toz biraz eksildi. köyü seven sevgilime köyü anlatan mesaj attım, biliyor musun burada inekler siyah beyaz değil. mor mu diye sordu. gülümsedim. seviyorum ben bu çocuğu. o an sanki dedemi görür gibi oldum yanımda, bana bakıp sordu: anladım anladım, başka nasıl oluyor?

9 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page