top of page
  • Yazarın fotoğrafıEsma Aydan Dikmen Aksoy

kuş koysunlar yoluna


Onu ilk kez, o bin bir çeşit kar tanelerinin rengarenk çiçeklere dönüştüğü günlerde gördüm. Her sabah, evinden çıkmadan usulca bakardı penceresinden. Renk renk çiçekleri vardı onun da, özenle suladığı her sabah. Ben bir insanın nasıl bu kadar güzel olabileceğine şaşardım. Daha önce hiç insan görmediğim sanılmasın, ben işim gereği gün boyu pek çok şey görürüm: Pek çok kadın, pek çok erkek, pek çok köpek, pek çok çiçek… Ve daha pek çok şey, gün boyu. Ama o, gördüğüm kadınların en güzeli…

Her sabah sulardı pencere önü çiçeklerini, üşenmeden. Ve ben bir insanın sabahları nasıl bu kadar dinç olabileceğine de şaşardım. Sanki uyurken dünyanın en tatlı rüyalarını görürdü de o, sabaha yüzünde tatlı bir gülümsemeyle başlardı. Gülmek de en çok ona yakışırdı zaten.

İşte yine böyle bir sabahtı, bütün cesaretimi toplayıp ilk defa peşinden gittim onun. Beni fark etti mi, zannetmiyorum. Ama böylece vakıf oldum; çiçeklerinden uzakta, sokakta neler yaptığına.

Okula giderken her sabah; önüne bakar, dalgın dalgın yürürdü. Bilmiyorum, acaba çiçeklerini mi düşünürdü. Ben o zamana kadar bilmezdim adını. Böyle günlerden birinde bir arkadaşı sesleniverdi arkasından. Andelib, düşündeki çiçekleri bırakıp döndü arkadaşına. Ah Andelib, benim tatlı bülbülüm.

Sanıyorum aşk, ruhumu ele geçirmek için fazla zaman harcamadı. Sadece iki hafta içinde bütün düşüncem, bütün cümlelerim Andelib olmuştu. Oysa ona dair bildiğim çok az şey vardı. Adını biliyordum, bir de çiçekleri sevdiğini. Okula gittiğini biliyordum, bir de giderken hayaller kurduğunu. İşte hepsi bu… “Bir gün”, derdim hep; “Acaba bir gün doğanın en güzel çiçeklerini toplayıp gitsem ayağına?” “O zaman anlatır mı neleri sevdiğini?” Böyle düşündüğümde tatlı bir his kaplıyordu içimi. Sanki dünya üzerinde ne kadar zor şey varsa hepsini yapabilirmişim gibi geliyordu. Ama aniden kırılıyordu cesaretim; kaybolup gidiyordu saatlerin, dakikaların içinde.

Ben bunları yaşarken, etrafımdakiler de görüyordu benim günden güne nasıl kapıldığımı Andelib’e. Kimisi bana gülüyordu. Bütün aşıklarla dalga geçerler, diyor aldırmıyordum. Ama kimisi benim ona hiçbir zaman kavuşamayacağımı söyleyip beni kendince uyarıyordu. Onlara göre daha fazla hayal kurmamalı, önüme bakmalıydım. Ben de onlar gibi olup kendime göre birini bulmalıydım. Bir insan bir kuşa aşık olur muydu hiç?

İnsanlar bülbüllerin güllere aşık olduğunu sanırdı. Bense hayret ederdim, bizden önceki nesillerin hatalarının nasıl hepimize mal edilebildiğine. İşte ben, bir bülbüldüm ve bir güle aşık olmamıştım. Ben bir insana aşıktım, Andelib’e aşıktım!

Andelib’in bu olanlardan haberi var mıydı, bilmiyorum. Onu her gün uzaktan da olsa izlediğimi ve hatta telefon tellerine onun için konduğumu görüyor muydu acaba? Acaba saçları dalgalanırken günün ilk rüzgarında, acaba sularken çiçeklerini olanca iyiliğiyle?..

Sonra bir gün, yine arkadaşlarımın beni uyardığı bir gün, topladım cesaretimi; kondum çiçeklerinin arasına. Bir şeyler arıyormuş gibi yapıyordum, aniden açtı camı. Birkaç adım geri gitti beni görünce. Neden böyle yaptığını anlamaya çalışıyordum ki usulca yaklaştı çiçeklerin yanına ve ağır ağır fısıldadı:

-Lütfen gider misin buradan küçük kuş, çiçeklerime zarar vereceksin. Üstelik ben kanatlı bütün hayvanlardan korkarım.

Sanki dünyanın olanca ağırlığı minicik kanatlarıma binmiş gibi oldu. Her zamankinden daha uzağa uçup bir ağacın dalına kondum. Andelib ise çiçeklerini kontrol ediyordu, bir zarar vermediğimi görünce derin bir nefes alıp kapattı penceresini.

Ben Andelib’in gözünde çiçeklerine zarar verecek kaba bir kuştum işte! Küçücüktüm ama korkuyordu benden. Benden ve bütün akrabalarımdan… Olayı gören arkadaşlarım olmuş, onlar da ağacın dalına kondular. Kimisi gülüyordu halime, “Demedik mi biz sana?” diyordu, kimisi de “Vazgeç!” diyordu. Ben vazgeçmiyordum, vazgeçemiyordum. Bunun üzerine yakın arkadaşlarımdan biri bir hışımla kalktı daldan, kondu bir gül bahçesine. Dalı kırılınca yere düşmüş, mutsuz bir gülü aldı ağzına; getirdi koydu önüme. “Al” dedi, “İlla bir şeyi seveceksen bunu sev. İnsanlar buna alışıktır. Bunun üzerine şiirler bile yazmışlardır. Ama bak, sen bir insana aşıksan bırak şiir yazmayı işte böyle korkup kaçarlar.” Ona kızdım, bağırdım ve sonradan pişman olacağım kötü sözler söyledim. Çocukların sapanlarında ölsün istedim. Ve bütün öfkemle; Andelib’in bülbül adlı bir insan olduğunu ve onu çok sevdiğimi, ondan asla vazgeçmeyeceğimi söyledim. “Ne yaparsan yap, bize ne!” diyip gittiler.

İşte bugünlerde başladım annemin eş bulabilmem için öğrettiği şarkılara. Geceleri karşı evin balkonuna gidip Andelib’in penceresine bakarak uzun uzun şarkılar söyledim. Duymadı, açmadı penceresini. Arkadaşlarım da şarkı söylemekten bitap düşüyordu, benim gibi. Ama onlar hiç değilse kendilerine bir eş bulabiliyordu bu şarkılarla. Bense güneş doğarken ağlayarak ayrılıyordum Andelib’in penceresinden. Dilimde kırık aşk şarkıları…

Yine de yılmadım. Her gece söylemeye devam ettim şarkılarımı. Belki bir gece açardı penceresini, belki anlardı güzel şarkılar söyleyen minik kuşlardan korkulmayacağını. Ama dedim ya, duymadı, açmadı penceresini.

Gerçi bir gün, ben aşk şarkılarına yeni yeni başlamışken açmıştı penceresini. Arkadaşlarım da mevsimlik ailelerini kurmaya yeni yeni başlamıştı o zaman. Her yandan aşk şarkıları yükseliyordu. Bu şarkılar mı uyandırdı Andelib’i bilmiyorum. Onu pencerede görünce en güzel sesimle şarkılar söylemeye devam ettim. O bir yıldızlara baktı, bir ağaçlara; bir çiçeklerine baktı, bir sokaklara ve görmedi beni karşı evin balkonunda. Kapattı pencereyi Andelib, kuş korkularıyla uykuya daldı. Bir daha da açmadı zaten penceresini.

Bütün bir Mayıs böyle geçti. Arkadaşlarım benim asla eş bulamayacak o bülbüllerden olduğumu söyleyip kıkırdıyordu. Onlara sinirimden mi bilmem, daldım Andelib’in açık penceresinden içeri. Neyse ki Andelib odasında yoktu; ama sesi geliyordu, duyuyordum. Onu korkutmak istemiyordum. Etrafıma göz attım, rafta duran şiir kitaplarını gördüm ve arkalarına saklandım. Odaya girdi, rafa yöneldi. Ödüm kopuyordu, beni bulacak ve korkudan bayılacak yahut bana kızacak hem de çok kızacak sanıyordum; kalbim küt küt atıyordu. Sanki biraz daha heyecanlansam, tüylerimi de yırtacak ve çıkacaktı dışarı. Çıkacaktı ve dağılacaktı odaya. Andelib korkacaktı. Belki o zaman bayılacaktı ve ben saklandığım yerden çıkıp dağılan kalbimi toplayacaktım. Toplar toplamaz da Andelib’e şarkılar söyleyecektim. Her sabah yüzüne dağılan o eşsiz gülümsemesiyle bana bakacaktı. Ben onu şarkılarımla uyandırmış olacaktım. Ama olmadı. Birkaç defter, iki de kitap aldı yanına; hepsi de benim saklandığım yerin öteki ucundaydı. Ve çıktı gitti odadan. Ben de yenik, çıktım pencereden; kondum karşı evin balkonuna.

O gece pencereye daha yakın bir yerde durup söyledim şarkımı; belki bu sefer, hani olur ya duyar da açıverir penceresini. Mayıs ayının son günü… Bir ara derinden bir ses geldi, başımı kaldırıp pencereye baktım. Hayır, Andelib uyuyordu. Hüzünle yeniden başladım şarkıma ve o an ne olduğunu bile anlayamadan bir baykuşun gagasında buluverdim kendimi. Beni öyle ortada, yalnız başıma ve dalgın dalgın şarkı söylerken görünce dayanamamış olmalı. Ben Andelib’e kavuşamadan beni öldürdü diye ona kızmıyorum. Andelib son anlarımda dahi benden korkuyordu, üstelik ben onu bu kadar çok severken, diye de kızmıyorum. Ve hatta ben penceresinin önünde ölürken o sadece uyuyordu diye düşünüp bile kızmıyorum. Sadece ne güzel söylemişti arkasına saklandığım şiir kitabında Nilgün Marmara:

Neden izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına

Neden izin vermiyorum yoluma kuş konmasına

Niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına

Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna.

21 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page