top of page
  • Yazarın fotoğrafıEsma Aydan Dikmen Aksoy

iki sakarmeke


yanına oturdum. seni bekliyordum, dedin. biliyordum, bu yüzden gelmiştim yanına: sen beni hep beklediğin için. nasıl olduğumu sordun, oysa gereksiz ve aptal bir soruydu. yıllardır yüzüme yansıyordu nasıl olduğum ve hatta bu en büyük kavgalarımızdan kimisini doğuruyordu. misafirlerine gülümseyemediğim için kızıyordun bana. bense, işte beceremiyordum bunu. içimden gelmedikçe gülmeyi bırak gülümseyemiyordum bile ve sen bunu anlayamıyordun. ben de senin aslında öyle değilken dahi nasıl bu kadar neşeli görünebildiğini anlayamıyordum zaten. birbirimizi anlayamadan geçiyordu günlerimiz.

iyiyim, dedim. inanmadın; ama sormadın da. sen, diye sordum. sen nasılsın? bu soruyu sormamı bekliyormuş gibiydin. anlattıkça anlattın ve ben de seni dinledim. etrafımızdan hararetle siyaset konuşan insanlar geçiyordu. onların dahi dikkatimi dağıtmasına izin vermedim. o gün ne yaptığını öğrenmiş oldum böylece. başka türlü öğrenmemin bir yolu yoktu zaten. sen ve ben, uzaktık birbirimize.

cevap vermediğimi ve anlatacağın her şeyi tükettiğini görünce, öyle işte deyiverdin, öyle işte... hiçbir şey anlatmayan fakat tam bir kurtarıcı olan bu cümleye sarılıverdin yine. böyle yapardın, şaşırmadım. oturduğumuz yerde göl pek görünmüyordu sazlıklardan. sen sanki bakışların sazlıkların ardını da görebilirmiş gibi gölü arıyordun, sakarmekeleri kovalıyordun. o an yüzünü ne kadar sevdiğimi düşündüm, kulağına eğildim ve fısıldadım: sevgilim, gözlerinle peşine düştüğün şu sakarmekeler kadar sakin ve acelesiz (vaz)geçiyoruz birbirimizden.

4 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page