top of page
  • Yazarın fotoğrafıEsma Aydan Dikmen Aksoy

bir mahalle destanı


o gece hatırlıyorum, mahallenin dört bir yanından ölüm haberleri geliyordu. hayır hayır, askerler inmemişti şehre, düşman da girmemişti. insanlar bile isteye öldürüyordu kendilerini. gözümü her kapayıp açışımda başka bir haber çalınıyordu kulağıma. komşunun kızı boğaz köprüsünden atlıyordu, manav yetişip galata kulesinden. bakkal da gidip yerebatan sarnıcında boğuluyordu. kimisi buz gibi suya girip donuveriyordu gece yarısı ve o meşhur balıkçıların tuttuğu balıklara yem oluyordu. o balıkları tutan balıkçılar ertesi günlerde ölüm yiyiyordu. ölüm buğulama. ölüm kızartması. ekmak arası ölüm, kimsenin ruhu duymaz.

nedenini çok aradı mahalleli başta. hepsi de tanıdığımız insanlar hani, bir sebep yokken diyorsun, neden bunlar öldürüverdi kendini. gerçi ben sonra düşünüp buldum bu işte ölenlerin bir rızası olmadığını. koca mahallenin nüfusu yarıya indi o gece. en son benim hanım, adam bana sahip çık da camdan kendimi atıvermeyeyim dedi yüreği ağzında. ben de tuttum koca koca tahta parçalarını, o dönemde soba yakıyorduk evde, pencerelere çiviledim. na bak şuradaki izler o çivilerin izi, para olmayınca doğramaları değiştiremedik. kısmetse bu yaz. yani anlayacağın, hanımın paniği korudu bizim aileyi, yani öyle sanıyorum.

e olan giden canlara oldu tabii. komşunun karısı kaç gün ağladı, manavın bütün muzları çürüdü, bakkalı da talan etti çocuklar. bak ilginçtir kimisi de o talan sırasında öldü. boğazına şeker takılan mı dersin, üst rafa uzanayım derken kayıp düşen mi dersin, şuradan biraz helva keseyim derken bıçağı böğrüne saplayıveren mi dersin... bu çocuk ölümlerine ikinci dalga dedi birinciden kurtulan mahalleli sonra. allahtan bizim çocukların tatlıyla arası pek yoktu da öylelikle sağ kaldılar.

üçüncü dalga da şehre alamancıların gelmesiyle yaşandı. bunlar mahallede olanlardan habersiz datdiri dat dat datdiri dat dat diye bmwlerle mahalleye giriyorlardı ki, akan kanları hesap edemeyip patinaj çekmeye başladılar. ölenlere zaten alışmıştık mahallece ama o arada elektrik direkleri arabaların üstüne devrilince elektriklerimiz kesildi. yetmedi kimi mercedesliler de telefon direklerine çarptı. öyle olunca hatlar da kesildi. koca istanbulla iletişimimiz böyle koptu. o tıklım tıklım şehirde bir allahın kulu da yahu bu mahallede ne oluyor demedi, dediyse de biz duymadık.

birkaç gün ortalık sakindi. hatta yüce rabbim yaz yağmuruydu, çiğ tanesiydi derken mahalleyi az çok temizledi.o kadar insan ölünce çöptü pislikti falan da kalmadı zaten. e bu sefer de yine aynı rabbim yazın ortasında bir soğuk gönderdi şehre,ben bu yaşıma kadar geldim de bir daha öyle soğuk görmedim. kimse de görmemiştir sanıyorum. hem zaten görmesinler de.

o ayazda ölüleri gömelim diye dışarı çıkan ne kadar komşu varsa onlar da bir bir telef olup gittiler.

bu olaylarda benim en garipsediğim şey peş peşe genç yaşlı demeden alıp götüren ölüm değil. hani allah bu, eceli gelene verir sebebini.yani ben kendimi öyle avutuyorum diyeyim. bizim çocuklar sorar gibi oldular birkaç defa, baba arkadaşlarımız neden öldüler diye; analarının yüreği dayanmadı da, çok şeker yemekten deyiverdi. ben onlara eceldi, azraildi bahsetmedim. niye korkutayım canım çocukları? neyse, benim bu olaylarda en garipsediğim şey diyordum, koca istanbulda bir kimse de duymadı mı feryadımızı? bak bir de düşün, ilk ölümler mahallenin dışında oldu.o koca istanbul 10 gün içinde kan kokmadı mı? yazın ortasında yahu, çürümüş et, kimse hasta olmadı mı? işte insan bu duyarsızlığa kızıyor. hangi ara yitirdik insanlığımızı diye düşünürken yıllar geçti. bugüne kadar da bir allahın kulu karşıma çıkıp da demedi ki, sen o ölüm salgınından nasıl sağ çıktın, onca eş dostun ölümüne nasıl dayandın, o felaket günlerinde karnını nasıl doyurdun, hiiç....

şimdi ben bunları sana niye anlatıyorum? ben yarın bir gün ölürsem bu anlattıklarımı bir daha kimseden duyamazsın. e koca mahallede bir bizim aile kaldı. çocuklar küçüktü bir şey hatırlamıyorlar. zaten hatırlasalardı kafayı yerlerdi herhalde. düşünsene top oynamaya çıksalar arkadaşlarının üstüne basacaklar. e çocuk bu görüyor da tahtaların arasından. küçüğü tuttu bir gün; anne, baba bak arkadaşlarım aşağıda kaldırıma uzanmış güneşleniyor, ben de gideyim mi aralarına hı, ben de gideyim mi diye yalvarmaya başladı. nasıl ikna edeceğiz bilemedik de bu yaz dışarı çıkmayın, seneye abinle yüzme kursuna gönderelim seni dedik, bize bir sürü paraya mal oldu keratalar. hem de paranın para olduğu devirde. velhasıl, anlattıklarımı çocuklar hatırlamaz. hanımsa çoktan bunadı. şimdi sen eve gidene kadar bunları unutma, defterine de not al anlattıklarımı. evine gidince temize çeker, ben ölünce de yayımlarsın. belki masal sanır kimileri, kimileri ise bir uykusuzun kaleminden düşen gece öyküsü der geçer. ama şunca yıllık deneyimimden, görüp geçirdiklerimden biliyorum, sözlerimi bir gün hatırlayıp da araştıranlar da olacaktır bu dediklerimi, yani öyle sanıyorum. belki o zaman bizim manavın, komşu kızının, bakkalın,alamancıların ve o nice masum yavruların kanı yerde kalmaz ha, ne dersin...

1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page