top of page
  • Yazarın fotoğrafıEsma Aydan Dikmen Aksoy

kapılar ya da sürecin ikinci öyküsü


Sen bilmiyorsun, seni beklediğimiz yerde büyükçe bir ağaç var. Dışarıda bahar, üzerinde çiçekler... Kiraz ya da vişne diyor büyükler.

Onun yanında çoktan yaprağa dönmüş başka bir ağaç... O yapraklarını açtığından mıdır nedir, kimse konuşmuyor arkasından; az önceki büyükler dahil.

Her ikisinin arkasında budanmış bir gül fidanı var. Onu dikenlerinden tanıyorum ve dikenleri görebilmek için 25 yaşında olmak da yetiyor.

Yerler parke taş üzerine izmaritle kaplanmış. Sayacak oldum bir keresinde; ama sayamadım. Gökteki yıldızlar kadar çoklar; lakin parlamıyor ya da aydınlatmıyorlar.

Sana gelirken bir sürü kapıdan geçiyoruz. İlk kapı yani şu an önünde durduğum, o çiçekli ağaca bakan ilk kapı, beyaz. Onun arkasındaki de. Sonra x-rayli kapıdan geçiyoruz, sonra başka bir beyaz kapıdan çıkıyoruz. Yönümüzü bulalım diye beyaz oklar koymuşlar yolumuza. (oysa kuş koyardı yolumuza Nilgün Marmara olsa.) Bizi yavruağzı bir kapıdan içeri sokuyorlar. Sonra bir ufak kapıdan daha geçiyoruz. Öyle hızlı geçiyoruz ki rengi uçmuş aklımdan. (belki de uçuk pembedir?)

Ellerimizi ve kimliklerimizi veriyoruz orada. Elimiz en önemli organımız oluyor o zaman. Onun izi olmazsa seni göremiyoruz. (herkes hayatta bir iz bırakmalı zaten.) Sonra bir kapıdan daha çıkıyoruz ve kocaman bir demir kapıya geliyoruz. Kocamanlığını saklamak için o da yavruağzı. Ama hiçbir renk saklamıyor o kilidin sesini. Biz beklerken en az üç kere yüzümüze kapanıyor. Fakat hiçbir renk saklamıyor o kilidin sesini, "birazdan alacağım" diyen askerin yanaklarındaki al dahil.

Sonra yine bir kapıdan geçiyoruz. Ondan sonraki üç kapı en zoru. Metallere savaş açıyoruz ilkinde. Her gün giydiğimiz atlete küsüyoruz. En sevdiğimiz gömlek sanki mezar oluyor ve tüm düğmeli kotları düşman belliyoruz. Açık veriyoruz; atletlerimizle kimi zaman, kimi zaman da kıvırıp geçtiğimiz kotlarla ya da çıkarıp geçtiğimiz gömleklerle. Açık veriyoruz; fakat açıklayamıyoruz.

Kadınsak kahverengi bir kapının arkasında aranıyoruz. Gide gele öğrendik nelerin yasak olduğunu. İçeride en kısa kalanı en çok biz seviyoruz.

Sonra elimizi okutuyoruz, demirli bir kapıdan geçmek için. Çok gizli bir emaneti çıkarır gibi çıkarıyoruz izimizi. Yeşil yanarsa geçiyoruz. Kırmızı yanarsa alnımızda ecel terleri. Elimizi nereye koyacağımızı bile unutuyoruz. Ama yardıma geliyor kibar bir gardiyanın sesi.

İnce uzun bir koridorda yürüyoruz sana varmak için. Sonra sağa ya da sola dönüyoruz. Minik kutular gibi bölmüşler duvarları. İçlerinden birine geçip bekliyoruz. Sonrasını sen de biliyorsun zaten.

Bu kadar çiçek, bu kadar diken, bu kadar kapı ve ellerimiz; yalnız seni görebilmek için. Nasılsın, iyi misin?

26 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page