top of page
  • Yazarın fotoğrafıEsma Aydan Dikmen Aksoy

bir pazar


Bence bir evi ev yapan pazar alışverişidir. Evet, doğru söylüyorum. Pazar alışverişi bir evin belkemiğidir. Planlı-programlı beslenirsin, mahalle manavının fiyat ve ürün politikasıyla sınırlı kalmazsın, üstelik satıcılarla sohbet ederek sosyalleşebilirsin. Hem de o rengarenk şemsiyelerin altına sıralanmış rengarenk ürünlere bakarken içinin açılacağı kesin.

Elbette ben de güneşli haftasonlarını yürüyerek, gezerek, hiç olmazsa dışarda kahvaltı ederek geçirmeyi severim. Ama pazar hakkındaki güzel düşüncelerim sayesinde, başkaları gibi "Öf, bir de pazara mı gideceğiz şimdi, gitti en az 45 dakika!" demem. Elimdeki ağırlıkları da hiç dert etmem, boşa mı aldık biz bu pazar arabasını? Bu yüzden bugün uyandığımda ve pencereme kadar zahmet buyurmuş olan sevgili Güneşi gördüğümde aklıma gelen ilk şey mahalleye kurulan pazar oldu. Eşimi bir günaydın öpücüğüyle uyandırıp gün için hemen oracıkta yaptığım planı ona da aktardım. "Hadi" dedim, "hadi uyan, önce kahvaltı yaparız, sonra da pazara gideriz."

Eşim çok iyi biridir, hiç kırmadı sözümü. "Hanım rüyanda ne gördün de uyanır uyanmaz pazar diyorsun?" demedi mesela. Oysa sorsa anlatabilirdim de. Neyse işte biz böylelikle çıktık evden; eşim, eşimin kibarlığı, pazar arabası ve ben.

Tabii ki size kahvaltıda ne yediğimi anlatacak değilim, orada tüm güzelliği ve tazeliği ile kasalarca zenginlik bana bakarken...

Pazara girmek beni her daim heyecanlandırır. Tüm o renkler, şemsiyeler ve taze kokular... Etrafa attığım bakışlarla korkuttum sanki yanımdakileri; ama ne yapayım benden başka kimsenin göremediği fotoğraflar çekebilmem için uzun uzun bakabilmem gerekiyor gözlerimin gördüğü her şeye. Tam bu arada "Liste nerede?" diye sordu eşim. Yani öylelikle kurtuldum önümdekine çarpmaktan. Ama belki sonra, yani vakit olursa, pazarda çektiğim o fotoğrafları da anlatırım sizlere.

Tam 2 gün önce yaptığım listeyi eşime verdim. Bu kararlı ve planlı halimi sevdiğini de gözlerinde görüp fotoğrafını çektim. Sonra yaptığım liste doğrultusunda her zamanki güzergahla başladık.

İlk önce hep kuruları alırım. Sonra da dirileri... Dirilerin önünden geçerken hiç duraksamam bu yüzden. Ve hangi şehirde olursam olayım, önce tüm pazarı turlarım. Fotoğraf için değil elbette, uygun fiyat ve ürünleri tespit edip (izin verin de burada teknik tabir kullanarak arkadaşımı yad edeyim) "araç rotalama" yapabilmek için. Eşim de bilir bu huyumu, hiç ses çıkarmaz. Bu yüzden ilk önce sessizce geçeriz tezgahların önünden.

İkinci geçişimizde birbirimize sorular sorarız. Gerçi soruları bir yerden bir yere geçmezken de sorarız. Birbirine soru sormayan, laf atmayan çift mi olur. Bazen sessiz çiftler görüyorum, çok garibime gidiyor. Ayakkabı çiftlerinin, hatta çorap çiftlerinin bile soruları olmalı bence. Neyse. Pazardaki ilk soru hep aynı: Kaç kilo alacaktık? Bir türlü öğretemedim eşime. Evde 2 kişiyiz (henüz), her şeyden azar azar almazsak tüketemeyiz, ziyan olur. Nerede görülmüş ki iki kişinin üç ekmek yediği? Nerede görülmüş iki kişinin 1 kilo kıymayı bir yemekte tükettiği? Yok, ziyan olur. Bu pazarın birinci kuralı. İkinci kural tüme tamamlama. 5 liralık, 10 liralık gibi düz hesaplar hayat kurtarır. Üçüncü kural gönül kırmama. "Abla 2 liralık olsun mu?" Hemen düşünürüm diğer kurallarla çatışıyor mu, hayır. E o zaman elbette! Ama ben, o kaç kilo sorusunu sorunca pazarın orta yerinde durup da ona taa evlenirken belirlediğimiz bu kuralları saymam. Tartışılacaksa eve saklanmalı, hem belki gidene kadar unuturuz diye düşünenlerdenim. Bu yüzden sakince cevaplarım: 1 kilo. Sonra seçmeye başlarız alacağımız malı. Küçüklüğümden beri bir huyum vardır, elime geleni alırım. Beğenmeyip bıraktığımdan özür dilerim. Çünkü nezaket pazarda başlar.

Ama bu sefer nezaketsizlik ettiğim kabul. Her şeyden önce mal kayırdım. "Sarılardan al" dedim eşime, "kahverengilerden daha canlı duruyorlar." Elini attı eşim mallara, "Ay" dedim, "bırak bunları, çürümüş bunlar!" E gezdik tüm pazarı bu tezgahı beğendin der gibi baktı eşim, zaten oldum olası bakışlarıyla çok şey anlatır, "tamam" dedim, "mecbur seçeceğiz malları." Yaralıları eledik, çürüklere hiç pas vermedik, dal verenleri şüpheyle karşıladık ve seçtik en güzellerini. Elbette sonrasında kalbini kırdıklarımdan özür diledim.

Başka bir tezgahta yine benzer şeyler oldu. Sol yanımdan mı kalktım bugün? "Cansız duranları alma", dedim eşime, "baksana ölü gibiler." Tam kendimi ayıplıyordum ki bu sözüm üzerine, eşim de yaptı aynısını; "dibi çamurlu olanları bırak, bir halta benzemiyorlar." dedi. O öyle deyince bıraktım; ama ikimizi birden ayıpladım.

Silkinip kendimize geldik sanıyordum ufak bir rüzgar esince, ama gelmemişiz. Gayriihtiyari "yüzü ezik büzük, her yanı çizik dolu bunların!" deyiverdim diğer tezgahtakilere. Satıcı da alındı bu lafıma, "Abla sen ezik görmemişsin..." dedi. Kimse malının kötülenmesini istemez, "Haklısın" dedim; ama daha fazlası gelmedi elimden.

Ama öbür tezgahta gördüğüm son nokta oldu artık. Tezgahın tamamında kokuşmuş mallar... "Bunları da alan yoktur herhalde baksana zaten yığınla duruyor satanın önünde" dedim eşime, her zamanki beyefendiliğiyle "Bitli mercimeğin kör alıcısı olur." dedi. Mercimeklere karşı da beyefendidir eşim, tanıdığımdan beri böyleydi. Neyse işte biz böylelikle geldik eve; eşim, eşimin beyefendiliği, ağzına kadar dolmuş pazar arabası ve ben.

Aldıklarımızı yerleştirirken laf olsun diye eşime dönüp "Düşünsene biz bu insanları almıyormuşuz da onlar bizleri alıyormuş pazardan. Hatta satıyorlarmış" dedim. "Çürük olan bizleriz diyorsun yani Ispanak Hanım?" dedi eşim düşünceli bir sesle. Sesiyle de düşünür zaten benimki oldum olası. Neden olmasın, kim bilir falan diyerek biraz gizem saçtım ortalığa, saçtığım gazete ve naylon poşetler yetmezmiş gibi. "Amma da acayip kadınsın Ispanak Hanım; ama tam da bana göre bir kadın." dedi eşim gizeme aldırmayarak. Baktım iş başka bir yere gidiyor, çeviriverdim lafı; "Neyse" dedim, "Gevezeliği bırakalım Mantar Bey; akşama Patatesler gelecek, el at da şu Çengelköy İnsanlarını bir güzel yıkayalım."

10 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page