top of page
  • Yazarın fotoğrafıEsma Aydan Dikmen Aksoy

takvim ya da sürecin beşinci öyküsü


Sen içeri düştüğünde dört yanı lalelerle kaplıydı bu şehrin. Yol kenarlarında farklı renklerde ve sayılmayacak kadar çoktular. Kimisinin çiçeği rüzgara kapılıp yitti, kimisi zamana yenildi. Şimdilerde hiçbiri yok.

Sen içeri düştüğünde ilk kapının önündeki o ağaç bembeyaz çiçeklerle kaplıydı. O zamanlar onu görenler vişne ya da kiraz diyordu. Şimdi yaprakları var, vişneleri de. Ufak ve yeşil; ama yine de vişne.

Bahsetmiştim ya arkasında bir gül ağacı vardı. Sen içeri düştüğünde dikenden ibaret o gül ağacı, şimdilerde kırmızı kırmızı göğe yükseliyor. Karşısındaki sarı gülü ise açınca fark ettim. Ama bizim mahalledeki güller hala açmadı. Herhalde sizin f tipi güller de yüksek güvenlik altında büyüyor. Yine de yaprak döküyorlar haftadan haftaya, çoğunlukla sarı ve bazen de kırmızı.

Sen içeri düştüğünde bahar henüz sokağa çıkmamıştı. Kaç kazak koyduysam hepsi işte bu yüzdendi. Şimdilerde öğlen sıcağı basıyor yürüyüşlerimizi. Belli ki Balkanlardan sıcak hava dalgası da geliyor. Kazaklarınsa dolapta, seni bekliyorlar ben gibi.

Sen içeri düştüğünde çilek mevsimi de değildi zaten. Oysa şimdi kahvaltıda annemin yaptığı reçelden yiyoruz. Senin reçelini kim yapıyor? Ya da sen reçel yiyebiliyor musun?

Sen içeri düştüğünde bekar olan arkadaşlarımız evlendi geçen gün. Düğünde yokluğun çok belliydi ve belliydi yokluğun önceki gün/sonraki gün.

Sen içeri düştüğünde 40 günlük olan bebeğin şimdilerde üçüncü ayı bitiyor. O da geliyor bizimle açık görüşe. Giyinip süsleniyor o da bizim gibi. Ve seviniyor babasını görünce. Ona da az geliyor mudur bir saat? Doğrusu bize biraz az geliyor. Bence sarılmak için bir saatten fazlasına ihtiyaç duyar insan, hem üç aylıkken hem de otuzundayken.

Sen içeri düştükten 20 gün sonra ben de geldim peşinden. Başta hiç bilmiyordum senin yıllar önce gezdiğin bu sokakları. Bak şimdi çiçeklerine kadar öğrendim, mabetlerine kadar öğrendim. Hatta yanımda kalanlara da öğrettim. Bir sen kaldın yaşadığım evi ve çiçekleri görmeyen.

Sen içeri düştüğünde sakalların kısaydı. Günler gibi onlar da tek tek uzadılar. Ve yakıştılar da sana. Sen görmeden sana aldığımız gri, kırmızı, siyah, beyaz tişörtler kadar yakıştılar. Belki tıraş bıçağın öyle düşünmüyordür; ama bu başka bir mesele.

Tıraş bıçağın demişken, ikinizi her gün bir araya getiren bir mesleğin vardı sen içeri düştüğünde. Düğünden ve sıcaklardan önce onu da aldılar. Yan yana geçecek günlerimizi, yol kenarlarından laleleri, tanımadığım bir çocuğun babasını, bir ağacın baharını aldıkları gibi, ansızın aldılar onu senin elinden. Fakat alamadılar/alamazlar umudu elimizden; içimiz bahar, kalbimiz güllük gülistanlıkken.

44 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page