top of page
  • Yazarın fotoğrafıEsma Aydan Dikmen Aksoy

yolcu


benim oturduğum yerden dolmuş, otobüs gibi toplu taşıma araçları geçmiyor. taksi ise önce gelecek sonra gideceğiniz yere bırakacak diyelim; 15 tl kadar tutuyor tabi gideceğiniz yer yine gölbaşı içindeyse. buna rağmen evimin bulunduğu sokaktan geçen ablalar teyzeler arabama binmez. sanırım bu ara ramazan ve sıcaklar dolayısıyla yanlarında durduğumda beni reddetmiyor ve hatta hareket etmek üzere olduğumu görürlerse el kaldırıp beni durduruyorlar. bunu yapmalılar da zaten; çünkü yollarımızda kaldırım yok, yürümeleri gereken yolda kamyonlar var ve kamyonların içinde arsız şoförler. otobüs durağına gitmek için 20 dakika yürümek gerekiyor. dışarıda hava 33 derece ve bu insanlar oruç. işte böyle başlıyor kısa süreli yolculuğumuz.

eğer mesafe kısaysa pek konuşmuyoruz, yine de allah razı olsunlar, ay canım benimler, çok sağollar, burada ineyimler duyabiliyorum. ama size bundan bahsetmeyeceğim. size az önce evinin civarına bıraktığım bir ablanın hikayesini anlatacağım. hikayesi diyorum çünkü abla o kadar dertli ve o kadar mutsuzdu ki gideceğimiz yere kadar -varmamız 10 dakika ancak sürdü- gözyaşları içinde yarım yamalak anlattı hikayesini.

annemi mukabeleye götürmek için arabayı hareket ettirmeden önce sol aynadan gelen kadını gördüm. telefonda konuşuyordu, beni görünce biraz hızlandı, başı kapalı üstünde siyah pardösü olan bir abla. beklemeli miyim, teklifimi reddeder mi bilemedim. yanlış anlaşıldığım da oluyor çünkü. kimse yanında durup sizi evinize götürebilirim isterseniz diyen birine kolay kolay olur demez zaten. sanırım kadın olduğumdan daha kolay kabul ediyorlar, bir de bu ara dediğim gibi ramazan olduğundan. tam hareket ettiriyordum ki elini kaldırdı ve bana doğru koşmaya başladı. yetişti ve sordu, gölbaşına mı gidiyorsunuz? gitmiyordum, giderim dedim. bindi.

önce bir şey konuşmadı, telefonu kapattı. normalde gitmem gereken yollardan gitmediğimi görüp biraz paniklemiş olmalı ki annem açıkladı; beni mukabeleye götürüyordu da. abla sordu, nerede? annem arkadaşların evinde, diye cevapladı. toplanıp okuyoruz. annem inecekti ki abla seslendi, oğluma da dua eder misiniz? bir şey mi oldu dedi annem. evet, dedi abla. çok aksi. dün bana o kadar çok bağırdı ki ataklarım geldi. annem, zor dedi evlatla imtihan edilmek, allah kolaylık versin, dua ederiz. ve indi. ben hikayenin gerisini dinledim.

dün sahura kaldıramadım dedi abla üzüntüyle. boşverin, dedim. sonra üzülür; ama sizin zorlamanızla kalkmaz ki. kalkmıyor dedi, hep bağırıyor. kaç yaşında diye sordum. 15-16 diyecek, ergenlik işte diyeceğim. 20 dedi. delikanlı işte dedim, naparsın. evet, dedi onayladı; çok aksi diye ekledi. sohbet etmeyi deneyin dedim, nasihat vermeyin. neden öyle; dün bununla ilgili bir yazı okumuştum çünkü. biraz da ayıp ediyordum sanırım, benim yaşımda çocuğu olan kadına çocuk nasıl yetiştirilir dersi vererek. nasihati hiç sevmez zaten dedi, sohbet de etmiyor benimle. kız arkadaşı var mı diye sordum. 20 yaşında annesine durmadan bağıran bir erkek, sorunlu bir ilişkiye sahip olabilir diye düşündüm. var dedi, durmadan kavga ediyorlar, her gün bağırış çağırış... ayrılınca düzelirler dedim, huzuru yoksa sizden çıkarıyordur sinirini. evet dedi, ama kız çok seviyor ne kadar kavga etseler de ayrılmıyorlar dedi. sevmek bu değil ki dedim, seven insan kavga eder mi her gün? doğru dedi.

çalışıyor mu okuyor mu diye sordum, hani belki sınavlar, arkadaş ortamı... 2 yıllık üniversite okuyordu bitirdi, şimdi inşaatta çalışıyor dedi. çok yoruluyor akşam olunca da sinirini benden çıkarıyor dedi. sonra kendiliğinden dünkü kavgayı anlattı, ağlıyordu:

hacılardan gelecektim, ben temizliğe gidip para kazanıyorum onun için, eşim de yok. kızım var büyük, evli o da. bir oğlum bir de ben. bana dedi ki; anne işin bitince beni ara ben seni alırım. aradım işim çok, otobüse bin dedi. ben de otobüsü kaçırdım. oradan akrabamız geçiyormuş, ekmek almaya gidiyormuş, sağolsun beni evime bıraktı. bunu da oğlum gördü, bağırdı bana, nasıl gelirmişim onunla aynı arabada. süren de akrabam teyzemin oğlu (damadı demiş de olabilir). telefonumdan numaralarını sildi, bir görüştüğüm onlar vardı oysa. bir daha gitmeyeceksin onlara dedi, ben de kapandım odama hem yattım hem ağladım.

abla bu kadar toplu anlatmadı tabi, ben size aktarırken konuştuklarımızı bir bütün olarak sunuyorum. evine yaklaştığımızda dedi ki, burada ineyim şimdi binadan görürse kızar bana, gerisini ben yürürüm. teşekkür etti ve indi, ne kadar yürüdü bilmiyorum.

peki ben bunu size niye anlattım? çünkü burada erkek egemen zihniyetten neden hoşlanmadığımı anlatmak istiyorum da ondan. dün annemle tartıştık mesela, inançer'in sözleri hakkında. anneme bu erkek egemen bakış açısı dedim, doğru söylüyor hoca dedi. anne nasıl ne demek dedim, hiç edep kalmadı dedi. yani annem ve diğerleri hatta belki ben de erkek egemen zihniyetle var olmaya o kadar alıştık ki görmüyoruz bile erkek egemen zihniyet nerede belli ediyor kendini. bu olay üstünden göstereyim dedim. okuyup okumayacağınızı siz bilirsiniz.

öncelikle size ablanın dünkü kavgasına neden olan yerin uydu görüntüsünü göstereyim. bir bakalım, oğlu nereden alacaktı, abla otobüs olmadan nasıl gidecekti:

A noktası ablanın bahsettiği hacılar. buradan otobüs saatte 1 geçiyor. elalemin evini temizleyerek para kazanmaya çalışan bir kadın var burada. kimbilir kaç saattir temizlik yapmış. ayrıca oruç yani aç ve susuz. ve bir nedenden de otobüsü kaçırmış. bu kadın 1 saat nerede beklesin, nasıl beklesin... kırmızı halkanın içi ablayı bıraktığım yer, aşağı yukarı. benim evimse mavi halkanın içinde bir yerlerde. mavi halkadan kırmızı halkaya yürümek yaklaşık 30-40 dakika alıyor. a noktasından kırmızı halkaya yürünmüyor bile!

abla diyor ki, otobüsü kaçırdım ve KORKUMDAN KIZARSA DİYE bir daha arayamadım. ben de akrabamızın arabasına binip geldim.

benim burada gördüğüm tek yanlış ablanın kendisinin yarı yaşındaki yeniyetme oğlunu korkup arayamaması. tanıdığı bir erkeğin arabasına binip eve gelmesi değil.

şimdi bu çocuk neden böyle oldu, bu hakkı kendinde nasıl görüyor bir tahmin edelim:

muhtemelen sünnet olurken artık sen adam oldun, erkek oldun dendi bu çocuğa. önceden kendini erkek sanıyordu yanılmış, şimdi erkek oldu. çocuk çevresindeki erkeklere baktı, babası, amcası, dayısı var. muhtemelen bunların hepsi baskın ve annesini kısıtlayan insanlar. dedesi olsun bir de. muhtemelen annesi liseden sonra okutmadı. hatta yine muhtemel ki annesini liseye kadar okutmadı. bu yüzden bu ablanın sahip olduğu bir meslek yok, annesinden görüp öğrendiği temizlikle para kazanmaya çalışıyor. bildiği işi yapıyor.

lisede taşkınlık yaptığında eğer o tarihte babası sağ ise -ablanın eşim yok demesinden öldüğünü tahmin ediyorum, boşanmış olduklarına pek ihtimal vermiyorum; çünkü toplum bunu da hoş karşılamıyor- bu çocuğa kızılmadı. sigarayla yakalandı, okuldan kaçtı, kızlarla gezdi yattı kalktı, aslan oğlum dendi. annesi azıcık inandığı değerleri öğretecek olsa rahat bırak çocuğu dendi. annesinin inandığı değerler -kapalı ve oruç tutuyor olmasından dindar olduğunu düşündüm, pekala olmayadabilir- insan olmayı öğretirdi oysa. kalp kırmamayı, kimseye kötü gözle bakmamayı, kadınları kullanıp atmamayı... hoş, o din de yorumcuların elinde çok başka bir şeye dönüştü. yorumcular o güzel ahlak dininden bir frankestein yarattı. -not: aslında frankestein yaratığın değil yaratan doktorun adı, ama mesajı anladık bence.-

çocuğun askere gittiğini zannetmiyorum, ama biz bir başka erkeği askere göndermiş olalım. en büyük asker bizim asker denilerek yüceltilerek gidecek askere. okulu 2 yıl olduğu için tam 15 ay ailesinden, evinden uzak kalacak. bu süre içinde eğer barfiks çekemezse hava almasına imkan olan çarşı izinlerinden mahrum kalacak, komutanları tarafından dövülecek, her gün belki de hiç çıkmayacak bir savaş için talim yapacak. eğer olur da bir gün vurulursa kör bir kurşuna yenik düşüp adına şehit denecek bir nebze kurtulacak. olur da yaralı kalırsa, diyelim kolu koparsa, gazi denecek ama kimse hatırlamayacak, anahaber bültenlerindeki bir dakikalık haber dahi verilmeyecek. bu 15 ay boyunca bir koğuşta 80 erkekle yatacak, haftasonları yolda gördüğü kadınlara muhtemelen sarkıntılık edecek -ama kadınlar buna çok tepki vermeyecek, mesela haftasonları ankaradaki kadınlar gençlik parkına genellikle gitmez örneğinde olduğu gibi bunu kabul edip ona göre yaşayacaklar- askerde kendini asanı da görecek, kendini vurmasın diye özel kilit sistemi getirilmiş silahlarla atış yapacak. attığı her kurşun onun insanlığından götürecek vb vb. -bu konuda söylediklerim yanlış olabilir, sonuçta ben hiç askere gitmedim ve gitmeyeceğim de; ama bana yansıması ve çevremden duyduklarım böyle-

babası öldüğünde artık evin erkeği sensin dendi bu çocuğa. evi sen geçindireceksin. annesi okusun istedi ki büyük adam olsun, kendisi temizliğe gidip para kazanmaya başladı. diğer arkadaşları dalga geçti belki, annen onun bunun evini temizliyor dediler. ve bu çocuk annesine karşı kin doldu. oysa annesine değil onu okutmayan dedesine, onun bir meslek kursuna gidip de çalışmasına engel olan babasına kızmalıydı. bu çocuk kendisini annesinden sorumlu hissetti. annesinin namusu artık bu çocuğa emanetti. muhtemelen namus nedir dersek net bir tanım veremezdi ya da vereceği tanım kadının bedenine sahip çıkmasıdır gibi bir şey derdi. ama kendisi umarsızca sevgilisinden kendisine "vermesini" isterdi belki de ettiği bu kavgalar bu yüzdendi. hemen bir örnek sunalım, kız olmaz yapamam dediğinde erkek ne diyecek biliyor musunuz? "sevsen verirdin, demek ki beni sevmiyorsun" çünkü dostlarım sevmek nedir sorusunun da tanımı yanlış bu çocukta. sevmek karşındakinin her istediğini yapmak, onu kontrol altına almak, fütursuzca kıskanmak değil. sevmenin ne olduğunu sallanan sandalye adlı yazımda az çok anlattığım için burada anlatmayacağım. annesini de öyle seviyor bu çocuk. sever tabi sevmez olur mu, cennet anaların ayağının altında, annesi onu 9 ay karnında taşımış, çilekeş annesi... ama annesinin namusunu korumak zorunda, annesi elin adamıyla arabaya binip gelemez, el adama ne der! bu yüzden, annesinin namusunu korumak için telefon rehberinden dilediği numarayı silebilir, annesinin görüşmesini istemediği kişiler hakkında ona yasak koyabilir. -bunun benzer örneğini kendi hayatımdan verebilirim; amcamın oğlu, diğer amcamın kızının telefon rehberini didikler, erkek adlarını tek tek sorar ve eğer kuzenim ters bir cevap verirse onun telefon hattını kırardı.- çünkü kızını dövmeyen dizini döver!

işte böyle dostlarım. burada okuduğunuz pek çok cümle erkek egemen zihniyet sebebiyledir. bir kadının otostop çekip gideceği yere gitmekten çekinmesi dahil!

şimdi diyebilirsiniz ki:

bunların hepsi varsayım, çocuğun günahını alma. evet doğru, bunlar benim varsayımlarım. bu aile için varsayım. ama emin olun ki doğuda ya da batıda, köyde ya da şehirde, çankayada ya da gölbaşında oturan başka bir aile için varsayım değil. ki bunu anahaber bültenlerine 15 dakika gözatarak da anlayabilirsiniz.

annemin dediği gibi bunlar erkek egemen zihniyetten değil, din eksikliğinden kaynaklanır da diyebilirsiniz. olaya farklı bir ad vermemiz durumun vehametini değiştirebilse keşke. ayrıca yukarıda dinle ilgili olarak söylediklerimi yineliyorum bu noktada.

annesi vesile olmuştur da diyebilirsiniz. annesinden gördüğ

ünü yapar çocuk evet. işte bu nedenle bir kadını suçlamadan önce düşünün, her çocuk annesinden babasından gördüğünü yaptığı için 2013 yılında temmuz ayında ben size ağlayan bir anneyi anlatıyorum. bu nedenle örf adet güvenilir bir kaynak değil. annelerinizin babalarınızın yanılmadığını nereden biliyorsunuz? bak kızını çok boş bıraktı sonra başına gelmeyen kalmadı, halbuki babası ona öyle mi yapmıştı diye nasıl sorabiliyorsunuz? neden suçları kızlarda annelerde arıyor da onları öyle davranmak zorunda bırakan erkeklerde, erkeklerin zihniyetlerinde aramıyorsunuz?

şimdi kimse bana gelip de allah erkekleri nefisleriyle imtihan eder, kadınlar da kendileri için gereken özeni göstermek zorunda demesin. kimse gelip de bana bu çocuğun annesine bağırmasında haklı bir yön olduğunu savunmasın. kimse gelip de hamile bir kadın görünce ilk önce o çocuğun nasıl olduğu akla gelir diyen savunucuların adını anmasın. bunları yapmak yerine, biz nerede yanlış yaptık diye düşünsün. bu hikayeden ders çıkarsın. ama önce o başlattı, rızası vardı, sesini çıkarmadı, töreye aykırı geldi demesin, anlamaya çalışsın. zincirlerinizi kırın dostlarım, yanlışları görün. bana da gösterin. benim yanlışım varsa da gösterin. ama gerçekleri olduğu gibi kabul etmeyin, değiştirmeyi deneyin ki bir gün boşandığı eski eşi tarafından öldürülen sizin kardeşiniz, kızınız olmasın, ki bir gün kimse size, kardeşinize veya bir tanıdığınıza seni fatmagül yaparlar diyerek aşağılıkça hakaret edip tecavüzü makul göstermesin, ki kimse kadınları aşağılama kolaylığına kapılmasın. başta kadınlar, yani bizler farkında olmalıyız. ve bunu erkek kadın ayırt etmeden anlatmalıyız.

işte böyle dostlarım, işte böyle. son olarak aşağıdaki linkteki kısa filmi izlemenizi öneririm. eğer orada gördüklerinizi garipsemez, normal karşılar veya bu filmde ters giden hiçbir şey yok derseniz; lütfen yazıyı yeniden okuyun! iyi anlamalar. http://www.youtube.com/watch?v=fyZVtPHQIoI

20 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

içeriden mektup: 30 dakikalık duruşma

30 dakikalık dediğime bakmayın, aslında aylar sürdü bu duruşma. Nasıl yani derseniz... Anlatayım hemen nasıl olduğunu, şöyle ki;...

bir diğer mektup

sevgili çocuğum, ağustos'tan ekim'e getirdim seni. inanır mısın hala yaşıyorum. bir bir ölüyor hiç tanımadığım birileri; fakat ben...

mektup

işte sana böyle bir dünya bırakıyorum çocuğum. delik deşik, hastalıklı bir dünya. belki bunları okurken; neden düzeltmedin peki, der bana...

bottom of page