top of page
Yazarın fotoğrafıEsma Aydan Dikmen Aksoy

her şeyi duyan adam


yanımda mışıl mışıl uyuyor. uyanık olduğumdan haberi yok. aklımdan ne geçiyor, bilmiyor. oysa ben onun rüyalarını bile biliyorum. bunun ne kadar ağır bir yük olduğunun farkında mısınız? uyanacak, günaydın diyecek. o rüyayı hiç görmemiş gibi yapacak. ben onun rüyasında ne gördüğünü biliyor olacağım ve o bunu hiç bilmeyecek.

"merdivenlerden çıktım. sola döndüm. meğersem oradaymış o da. odamı geziyor. önce görmüyor beni. sonra ben ses mi çıkarıyorum, ona mı sesleniyorum, ne oluyorsa; arkasını dönüyor. beni görüyor. gülümsüyor. yanına yaklaşıyorum. sonra aniden bir parktayız. biraz yürümüş de oturmuşuz gibi. uzun uzun anlatıyorum. dinliyor. seviyor beni, gözlerinde görüyorum. öyle bakıyor. ah o kadar güzel ki!"

evet, insanların aklında olup bitenlerden haberdarım. rüya, fikir, hayal... ne derseniz. ve elbette bu yeteneğimi diğer insanlardan saklıyorum. modern bir yaratık olmaya ve doktorumun adıyla anılmaya niyetim yok. (Frankestein'i hatırladınız) hem sonra ne fark eder? bu da benim felaketim.

"aslında arasam. arasam, desem ki bak eğer konuşmak istemiyorsan seni gerçekten bir daha aramayacağım. ama ya istemiyorum derse? ya açmazsa bile? hiçbir şey yapmasam? yazmasam? merak edip kendi yazsın. tabii canım, en güzeli. ama yazmazsa?"

bu bir felaket; çünkü hiç yalnız kalamıyorum. daima bir yerlerden sesler geliyor. işte, en basit örnek: şu an! gece. uyanmışım. karım yanımda yatıyor. yüzüne bakıp onu sevmek istiyorum. sonra yine uykuya dalarım. ama hayır. neden? çünkü lanet olsun ki rüyasından haberdarım. eski sevgilisi. yine. başımızın belası. neyse ki insan rüyalarını kontrol edemiyor.

"bu yeni mühendis de bir garip. insanın gözüne bir değişik bakıyor. işimi yapamıyorum. al çağırdı gene, kim bilir ne diyecek sıfatına tükürdüğüm. yok kontrollermiş de, yok dikkat etmek lazımmış da, yok bunlar önemliymiş de. sanki bir kendisi biliyor. biz sanki okul okumadık. tiynetini..."

herhalde böyle şeyler demiştir. kazadan sorumlu ustabaşı yani. yanıma gelmeden önce. çünkü o gün ona; öğleden sonra izinli olacağımı, ben çıkmadan önce kazanların son kontrollerinin yapılması gerektiğini, bunun oldukça önemli bir husus olduğunu söylemiştim. evet, demişti, haklısınız demişti, ben hemen bakacağım, hatta bizzat ben bakacağım demişti. zaten düzenli kontrolleri yapıyoruz, ben bizzat ilgileniyorum demişti. sonra ne oldu? ben fabrikadan çıkarken. patlama. ana haber bülteni. 5 ölü, 12 yaralı. biri benim.

"iç kanama yok, kafa travması yok. birkaç ufak sıyrık var. kapıdan çıkmakta olduğu için minimum zararla atlatmış bu. buna sonra bakarız. şu öbür sedyeyi getirin bu tarafa. buna da bir tane hemşire çağırın, yaralara pansuman yapsın, sonra taburcu etsinler."

bu konuşmayı hiç unutmam. patlamadan sonra hastane. acil. doktor. böyle şeyler söyledi, bir şeyim yok diye sevindim. ama sonra uzaklaşırken hem de ağzı hiç kıpırdamazken duydum, çağırdığı hemşirenin kalçalarına dair kurduğu hayalleri (tam şu an hemşire yanıma gelince kalçalarına bakıp bakmadığımı düşünüyorsunuz. size yalan söylemeyeceğim, tahmininiz doğru) sonra hemşire girdi odaya. ona biraz anlatır gibi oldum. onun da iç sesini duydum.

"üf, bir şeyin yok işte be adam. üç sıyrık, beş çizik. kedi götünü görmüş yara sanmış resmen ya. azıcık vidanın olsun, işçilerin ölmüş. ama varsa yoksa kendiniz. amirsiniz ya. hepsi aynı. vicdansız herifler"

sonra da anlatmadım kimseye. ne eşime ne başka bir doktora. travmam yok, götümü görüp yara sanmışım. düşünceleri okuyabiliyorum. hayalleri duyabiliyorum. ama yok canım, yara sanmışım! fena yetenek sayılmaz belki. belki geçici bir şeydir? psikolojik falandır, olamaz mı? eve gelene kadar tadını çıkardım. insanlar, hayvanlar, ağaçlar ne derseniz. hepsi. beynimde. hepsi!

ama sonra işler değişti tabii. geçici değil. psikolojik değil. ve maalesef inanılır gibi de değil. en kötüsü de bir insanın gözlerinde sizi sevip sevmediğini sorgulamaya başlamak. rüyalardan, düşüncelerden ve özellikle kavgalardan sonra. keşkeler. acabalar. duyuyorum hepsini. haberi yok. birkaç kez anlayacak gibi oldu. akıllı kadın. bir bahane bulup doktora götürmeye çalıştı. reddettim. (evet, Frankestein)

işte böyle. hikayem bu. ancak içimden anlatabiliyorum ve kimse beni duymuyor. daimi bir sessizlik. bir felaket. beynimin içi çok gürültülü. her şeyi yok sayıyorum. sesleri, insanları, rüyaları, hayalleri... neyse ki insan bir yerden sonra umursamıyor. evet, nasıl olsa uyanacak. kahvaltı yapacağız. evden çıkarken beni öpecek. geldiğimde beni güler yüzle karşılayacak. nasıl olduğumu soracak. film izleyeceğiz. omzumda uyuyakalacak.

rüyaların önemi yok.

"arabadan indi. ama yüzünü tam göremiyorum; yani o mu değil mi anlayamıyorum. biraz bakıyorum. yaklaşıyor o sırada zaten. oymuş. ama değişmiş biraz. yani başkası sanki; ama oymuş. geliyor. heyecanlanıyorum. tam yanımda duruyor. hepsini biliyordum diyor. ben hep oradaydım."

*Fotoğraf Elif Külah'a aittir. Öykü de ona ithaftır.

76 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page