top of page
  • Yazarın fotoğrafıEsma Aydan Dikmen Aksoy

inanma


neye dokunsam onun hikayesini duyuyorum. işte benim yazarlık hikayem.

inan bundan fazlası değil yaptığım. sana bugüne dek ilham olarak anlattığım, tam da bu. 

kimi insanın bazı duyuları, diğerlerinden daha çok gelişirmiş. bize hep öyle anlatmadılar mı, mesela körler çok iyi koku alır demediler mi? benim hangi duyum eksik ki, ben dokunmakla lanetlendim? bu, bir lanet; sen istersen inanma. parmağının ucunda durmadan yeni bir hikaye, üstelik de yaşanmış, ne demek biliyor musun?

yüzlerce makale, onlarca tez okudum. bilim insanları bu konuda da sessiz! benim gibi kaç kişi var bilmiyorum. belki okuduğun tüm yazarlar böyledir, belki hepsi benim gibi hikaye hırsızıdır. onlar da bu konuda açıklama yapmıyor. oysa ben korkusuzca söylüyorum -hiç olmazsa sana. yazdığım ne varsa, bir başkasından çalıyorum. akademikler intihal diyor, ben ilham diyorum.

neden olduğunu hala bilmesem de, nasıl başladığını biliyorum. insan ilk anılarını ne zaman hatırlar? işte tam da o yaşlardayım. salonda halının üzerinde uzanıyorum. önümde birkaç oyuncak var, bir de köpeğim. (annem anlattı çok sonra, hoş ben zaten hepsini biliyordum, ilk köpeğimizi barınaktan sahiplenmişiz. bir kulağı kesik, ayağı topal av köpeği. av köpeği için üzücü bir durum. -ben bu yüzden ona av köpeği olduğunu hiç söylemedim- kocaman, bahçeli evin hayalleri süsleyen köpeği o değilmiş belki; ama kahverengi gözleriyle direnen bir köpekmiş. annemler görünce dayanamamış, bizimle götürmüşüz. küçükken onunla oynamayı çok severmişim. birazını ben de hatırlıyorum. neyse, salonda halının üzerinde uzanıyorum) elimi köpeğe uzatınca kulağım acıyor. köpeklerin de kimi hisleri gelişmiştir, çok havlıyor. annem korkup uzaklaştırıyor. ne olduğunu sorduğunda ağlamaktan başka bir şey yapamıyorum.

bir başka zaman tüm bu olanlar farklı bir biçimde yeniden tekrarlanıyor. şömineye odun atsam, belim kırılacak gibi oluyor. bir balta bütün omurlarımı tek tek ayırıyor.  ailem elbette hastaneye götürüyor beni; ama düşünebiliyor musun sedyedeki halimi? tüm semptomları aynı anda gösteriyorum. içine kapanan korkak bir kız oluyorum; neyse ki beni aylarca laboratuvarlarda tutmuyorlar - ya da ben sana bunları anlatmıyorum.

zamanla bu lanetle yaşamayı öğrendim. çok keyif aldığım da oldu. düşünsene; bir insana dokunsan, tüm geçmişini yaşarsın. sana hiçbir şey anlatmasın, sen her şeyini bilirsin. sonraları hikayeleri yazıya dökmeyi de öğrendim. kimsenin hayatı boşa gitmesin. öğretmenlerim gerçekçi bir anlatımım olduğunu söylediler, haklıydılar.

sonrasını sen de biliyorsun. bugün ülkenin tanınmış yazarlarından biriyim. olağanüstü betimlemelerimle insanları bambaşka dünyalara götürüyorum. okurlar yazdığım karakterlerde kendilerini bulduklarını sıklıkla söylüyor.  dünyanın çeşitli dillerine çevrilmiş romanlarım, öykülerim var. bu başarıyı nasıl yakaladığımı sorduklarında; onlara fısıldayarak ve biraz da gülümseyerek, ilham diyorum. 

beni çok eleştiren kimi edebiyatçılar da var. klişeye düşüyormuşum; günlük hayatı ve aşkı, ölüme dair/yaşama dair şeyleri çok anlatıyormuşum, yer yer kendimi tekrar ediyormuşum. evet, bunlar yalan değil. ama gazetelerin kitap eklerine bu sırrımı nasıl anlatırım? bana gelen hikayeler bunlardan ibaret, ne zaman başka şeyler yaşarsınız o zaman onları yazarım, nasıl derim?

neden bana anlatıyorsun peki, diyeceksin. haklısın. yani bunları gerçekten okusan, herhalde öyle derdin. ama sen de biliyorsun, bu satırları sana hiç göndermeyeceğim. yıllardır aramızda sürüp giden sessiz anlaşmayı bozmayacağım. birbirimize mektup göndermeye uzun zaman önce son verdik. hatta el yazın; kaleminin markasından daha fazla bir şey anlatmıyor artık. önceden kalemin üretildiği fabrikayı, senin masa başındaki halini, kalbinin nasıl attığını ya da cümleleri daha sen yazmadan aklından geçen ham haliyle görebilirdim. belki de ben yaşlanıyorumdur, mektupların konuyla pek ilgisi yoktur. yine de bazen, her şeyden bağımsız; geçmişi deşip beni bulduğunu, yazdıklarımı tekrar tekrar okuduğunu ve satırlarda kendini aradığını hissediyorum. altıncı hissim de parmaklarım kadar kuvvetli midir? sen gerçekten de anlaşmamızın bazı maddelerine çekince koymuş musundur?

zamanla, insanlara mesafeli durmayı öğrendim. eşyalarımı hiç kullanılmamış olanlardan seçmeyi, kütüphanelere, hamamlara ve hastanelere gitmemeyi, yer yer bana gelen hikayelere kulağımı tıkamayı öğrendim; ama seni düşünmemeyi değil (çekinceler). işte, sana bugün itibariyle tüm sırlarımı söyledim -doktorlar hariç. eğer yazdıklarımda kendini arıyorsan, neden bir türlü emin olamayacağını, hikayelerin yıllara dayanamadığını dahi söyledim.

sana dokunmayalı yıllar oldu. bunu yapmadan, seni anlatmam mümkün değil. bu yüzden son romanımı seni gördüğüm günden sonraya  saklıyorum. sana yeniden dokunduğumda, içinde onca yılı göreceğim. sen, seni neden bu kadar iyi anladığımı ve aradan geçen zamana rağmen, sanki hep yanındaymışım gibi hissetmenin sebebini asla anlamayacaksın. ben tüm bunları ve daha neleri o romanda yazacağım. belki orada başarımı borçlu olduğum bu laneti de yazarım. insanlar, romanlarda okudukları şeylerin gerçek olduğuna pek inanmazlar.

ya sen? sen okuduklarına inanır mısın?

*Fotoğraf Elif Külah Kuzu'ya aittir.

59 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page