top of page
  • Yazarın fotoğrafıEsma Aydan Dikmen Aksoy

beta ya da her neyse

bir insanla bir balığın ortak noktaları kökenlerinin suya dayanması ve ikisinin de omurgaya sahip olmasıdır. fakat bizi birbirimize bağlayan şeyler bundan fazla. yine de, bana baktığında ne gördüğünü bilmiyorum. parlak bir kuyruk, alçalıp yükselen solungaçlar, kıvrılan bir yüzgeç ve belki yosun parçası... ben insan olsam, benimle aynı evde yaşamazdım; ama o, bunu yapıyor. benimse konu hakkındaki fikrim hiç sorulmadı.


tüm gün mutfağında, bir bardağın içinde tek başıma duruyorum. ona tek başıma durmam gerektiğini, eğer başka bir balıkla durursam onu parçalayabileceğimi söylemişler. ayrıca diğer balıklardan farklı olarak filtre sistemine ihtiyaç duymuyormuşum yaşamak için. rengim mavi, maviyi seviyor ve bir anda beni alıp evine getiriyor. ama neden mutfak, ben de bilmiyorum.


yine de burada olmanın bazı olağanüstü imkanları var. izin verin öncelikle burayı betimleyeyim. kare bir oda, açık renk altlı üstlü dolapları, bu dolaplarla uyumlu bir tezgahı ve tezgahtan açık, dolaptan koyu tezgah arası karoları var. kapıdan girince solda ufak bir masa var. duvara dokunan masayı üç sandalye çerçeveliyor. oysa yalnız yaşıyor, yine de misafirden umudunu kesmemiş belli ki. tezgahın en solunda, yani neredeyse karenin sol üst köşesinde, balkon kapısının hemen yanında , yani musluğun arkasında bir pencere var. pencere önünde üç ayrı cam vazoda üç ayrı renkte yapay çiçek duruyor ve ikinci vazonun hemen önünde ben varım. bunun dışında yerde yolluğu olan, beyaz eşyaları da modern sıradan bir mutfak burası. evin diğer odalarını da anlatmak isterdim; ama diğer odaları hiç görmedim. insanlarla balıklar arasında bir ortak nokta daha.


mutfakta vakit geçirmeyi seviyor, ama insan yalnızken mutfakta yapabileceği pek bir şey yok. bir çeşit yemek yapsa üç gün yer. ama kahve öyle mi? yanına kek yapsa, kurabiye yapsa olurdu mesela; neyse ki onu seven kuzenleri ve çikolatalı paketli gıdalar var. olağanüstü şeylere geri dönelim; balık gözü objektif; yani böyle bakınca mutfak da, o da biraz yuvarlak ve şişkin durmalı. oysa ben size her şeyi rengine kadar üç boyutlu anlattım. kahveden ve kokusundan da bahsettim, işte şimdi. buna ek olarak kafasından geçen düşünceleri de okuyabiliyorum. belki de filtreye ihtiyaç duymaz derken, bundan bahsediyorlardır. ya da sadece meraklı bir balık, hepsi bu.


bir insanın başka bir insana düşüncelerini tam olarak ve anlaşılır bir biçimde, üstelik sonrasında her şey aynı kalacak şekilde anlatması zor. ama ben bir balığım ve insanların iletişim problemlerini veya düşündüklerini çabuk unutuyorum, en azından böyle söylüyorlar. o da bana ve bardağa bakınca böyle olsun umuyor, kahvesini yudumlarken bana uzun uzun bakıyor ve düşünüyor. belki de onun gözlerinden ben de yuvarlak ve şişkin görünüyorumdur, kim bilir.


bir keresinde bir insanı tanımakla sevmek arasındaki bağlantı üzerine düşündü. bu kısmı anlatmayı şöyle hayal ettim, ne var ki bu öykü böyle başlamadı. yine de olağanüstü şeyler; işte geliyor:

-kadın adama, beni tanımadan beni sevebilmen mümkün değil, dedi. adam da kadına, seni tanımadan sevebilmem sevgimin büyüklüğünü gösterir, dedi. kadın da adama, sabahları nasıl uyandığımı, gözümü nasıl bir eve açtığımı, uyanınca ilk önce ne yaptığımı, kıyafetlerimi nasıl seçtiğimi, hazırlanırken şarkı söyleyip söylemediğimi, hangi radyoyu dinlediğimi, işimi sevip sevmediğimi, iş arkadaşlarımı, iş yerindeki odamı, bir günümün nasıl geçtiğini, eve geldiğimde nasıl hissettiğimi, ne yemek yaptığımı, elimin lezzetini, pijamalarımın rengini, uykuya nasıl daldığımı, ne tarafa dönüp yattığımı ve rüyamda ne gördüğümü, geceleri kaç kez uyandığımı bilmiyorsun, dedi. adam da kadına, bunları bilmemin ne önemi var, bunlar sevgiyi anlatır mı diye sordu. kadın da adama, tüm bu rutinleri bilmeden beni tanıyamazsın, beni tanımazsan beni gerçekten sevemezsin, dedi. adam da kadına, seni bunları bilmememe rağmen ve bunlardan daha ötesini görerek seviyorum ve bu sana yetmiyor, dedi.

işte oldu, kendi yazmadığı kitaplarda okuyup üzerine düşündüğü şeyleri, benim ağzımdan size anlattı. şimdi kahvesinden bir yudum alıp devam edecek ya da edecekti ama bazı büyük boşlukları anlatmak pek kolay olmuyor. yine de:

-kadın adama, eğer bir gün sana bir şey olursa ne yaparım diye düşünüyorum, dedi. adam kadına cevap vermedi; çünkü böyle şeylere cevap vermez. kadın da o zaman adama, herhalde derin bir boşluk olur ve canım günlerce yanar, dedi. adam da kadını herhalde, diye yanıtladı içinden.


şimdi kalkıp başka bir odaya gidecek ve beni burada üç çiçekle yalnız bırakacak. neden iki değil de üç; çünkü pencerenin önündeki boşluk bu kadar da ondan. yani bazı şeyleri düşünmenin pek bir anlamı yok, bazen olan şeylerin de öyle:

-nasıl oluyor da sana her şeyi en açık haliyle anlatmama rağmen, tüm sözlerim daha sana ulaşmadan kendini kapatıyor ve beni bir türlü duymuyorsun diye sordu kadın, bu kez arkadaşına. arkadaşı da ona; nasıl aynı şeyleri hissediyor ve buna rağmen bu konuda dahi anlaşamıyoruz, diye sordu. çünkü kırk üzerinden on beş dedi kadın, kırk üzerinden on beş.

başka bir şey söylemeye gerek yok. diğer iki sandalyeye bir süre kimse oturmayacak.


akşam yine geri gelecek. benim için keyifli zamanlar. onun için de güvenli, parçalanma riski yok. çünkü mutfak, bir bardağın dışı. ama insanların ve diğer balıkların bilmediği bir şey daha: sadece balıktan değil, bir balığın fanusundan ya da akvaryumundan ya da işte bardağından atlayıp can çekişmesinden de çok korkuyor. bir balık bunu kendine neden yapar? ölmek mi yoksa başka bir şey denemek mi ister?

-balık kendini halının üzerine bıraktı ve üç kere olduğu yerde zıpladı. ne var ki, artık evrim onu karaya adapte olmuş bir canlı kılmayacak. arkasından da doğal seleksiyon diyecekler. yine de balığın kanalizasyon kanallarında olan yolculuğu, ölü dahi olsa başka bir deneyim. ama ne var ki bir noktada sonu denizde bitiyor.

peki bir balığın arkasından kalan boşluk? bugünlerde böyle şeylerin ardından öykü yazılmıyor.


sandalye rahat değil, bunu gözlerinde görebiliyorum. ve onu anlıyorum da; çünkü bu bardak da rahat değil. yine de ne o kalkıyor yerinden ne de ben atıyorum kendimi bardaktan. bu sıradan mutfakta, olağanüstü şeyler olsa da, bunları kimse bilmiyor ve hayat her şeye rağmen devam ediyor. hayatın kendisi bu. bir çember üzerindeki çizgi, hep aynı yerde başlıyor.


şimdi ya da birazdan, odasına gidip sol tarafına yatacak, bacaklarını hafifçe karnına çekecek. pijamasının rengi de mavi. geceleri pek sık uyanmıyor. sabah buraya geri gelecek. bunları nereden biliyorum? belki sadece tahmin. yine de bundan sonrasını tahmin etmek güç. çünkü bu anlattığım ev yıllar önce boşaldı, bu esnada hayatı da biraz değişti. ama hala, ara sıra da olsa kafasında öykü parçaları geziyor. oysa bunları kimseye anlatmayacak. neyse ki hayat devam ediyor. boş bir evde kendini yere atıp ölen ve aslında hiç olmayan bir balığın boşluğuna rağmen. işte tüm bu olanlar, gerçek olağanüstü şeyler, asıl adları her neyse.




*Fotoğraf Fatmanur Aksoy'a ait.

63 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page