top of page
  • Yazarın fotoğrafıEsma Aydan Dikmen Aksoy

sahipsiz mektup

belki bir gün karşılaşırız. mesela, dil tarih'ten çıkıp da bir dolmuşun peşine takılmadan biraz önce, arkadaşımla son cümleleri paylaşırken. belki o köprünün altında değil de üstünde, yani bazı zamanlarda tercih ettiğim okuldan eve dönüş yolunda. buradaki okulun hangisi olduğunu biliyor musun? bu kim olduğuna göre değişir.


belki, hiç umulmadık bir konserde karşılaşırız, yıllar bizden bir şey götürmediği için. ya da bir hastanede, tam da yılların bizden neleri götürdüğünü tüm gerçekliğiyle görürken. bir parkta, bir bankta, o ağacın değil; ama bir ağacın altında, ben eski anılara dalmışken. olur ya belki haftada iki kere gittiğim kafede. tam da hep aynı kahveyi söylemiş; ama o siyah kupayı henüz getirmemişlerken; yani hiçbir şey henüz başlamamışken.


ne anlatırdım o zaman sana? kim olduğunu bilsem, bir cevabım olurdu. kim olduğunu bilmiyorum, içimde bir boşluk var, işte bunu.


bilsen, her üç ayda bir bana nasıl geldiğini. benim yeni kararlar alıp bunları sonraki üç ay boyunca aşama aşama yitirdiğimi. akademiyi özlediğimi, akademiden korktuğumu, aslında hiç akademide olmadığımı. her şeyi nasıl da anlamsızca yitirdiğimi. yeni ne çok şey öğrendiğimi. yunanca'da nasıl yol aldığımı, anladığım şarkıların tercümelerini. o ülkeyi neden ve nasıl sevdiğimi. odamdaki edirne'yi/kalbimdeki edirne'yi. sonra, bitkilerimi muhakkak. kuruyan yanlarımı, büyüyen yanlarımı, bir çoğalıp bir azalan, solan, yeşeren, ölen, yaşayan, çiçek açan, çiçek döken yanlarımı. bunların öyküsünü. öykü yazmanın bazen hiçbir işe yaramadığını. öykülerimi okuyan amcamı, teyzemi, arkadaşımı. bebeğini, eksikliğimi.


hem yalnızlığımı muhakkak. mutluluğun nasıl da bana bağlı bir şey olduğunu. hem tükenmekten hem tükenmemekten nasıl yorulduğumu. kendi radyo evrosumu. onu bana getiren babamı. babamı nasıl da merak ettiğimi. annemi, dedemi. "çerkeş camii" hırkamı. belki köydeki hırkamı, hazır konu hırkalara gelmişken. sıralı üç ayları. ve köyü, elbette. koskoca ilçeye iki inek bir tavuk yüzünden köy dediğimi. soba yakmayı. portakalı ödünç almayı. mantar toplamayı. yine amcamları o zaman, sonra halamı, kuzenlerimi, onları nasıl sevdiğimi. onların beni nasıl sevdiğini. aile defterinin basılı kağıdını. tam da şu anda gözlerimin dolduğunu. ve bu cümleyi her okuyuşumda, bunun tekrarlandığını.


oysa bazen ağlayamadığımı. oysa buna ne çok ihtiyaç duyduğumu. beni her şeyden koruyan kitaplarımı ve benden uzak olan kitaplarımı. onların koliler içinde nasıl da ezildiğini, kırıştığını, bana benzediğini. dağılan saçlarını keçe bebeğimin. yüzüklerin kapalı kutusunu. kutulardan bana gelenin yalnız unutulmuş kırılganlığım olduğunu.


evet evet, hiç durmadan üstelik, bir süre hiç susmadan. belki selin'le olduğu gibi uzun uzun oturarak. belki gülerek, belki dolarak gözlerim, belki yoldan abimi alarak. abim demişken; meleği. onun politikliğini, güleryüzünü, bana olan sevgisini, aklını, güzelliğini, olumlu ve olumsuz yanlarını, dikkatini, huzurunu, bambu köklerimizi, gördün mü bak; yine bir şekilde saksı standımı.


sonra, biraz gülümseyerek; ezginin günlüğünü. onun nasıl da değiştiğini; ama aynı olduğunu. belki bu yönüyle sana/bana benzediğini. konserleri o zaman, kuzenlerimi yine, konyadaki cırcır böceğini, kültür mantarını. çok alakasız bir biçimde, bir zamanlar zor işleri nasıl kolay yaptığımızı, bilmediğim 30. yaşımı, belirsizliğimi, her şeyin kafamda nasıl da uçuştuğunu. hem çok kolay hem de çok zor anlaşıldığımı. anlatmaktan yorulduğumu. katmanlarımın şeffaf olduğunu, içimdeki çocuğun elinden tuttuğumu, bazen yarım kaldığımı. birkaç kişiyi gömdüğümü. bunun mecazi ve gerçek anlamlarını. türkçemin de köreldiğini yavaş yavaş. kendime olan güvenimin belli yerlerden azaldığını. defalarca dolup boşalan bazen de boşalamayıp içindeki tüm suyu sağa sola döken/kusan plastik bir kova olduğumu.


ne anlatırdım sana: işte bütün bunları ve daha neleri. geçer miydi o zaman yalnızlığım, dolmayan boşluğum, üzerimdeki yüklerim ve beni ben yapan diğer şeyler? geçmezdi muhtemelen. ama bir deneyelim. deneyelim yine de, birlikte gülmeyi, teselli etmeden; ama anlayarak dinlemeyi. yıkılan bir duvarı yeniden örmeyi. birlikte anılar yaratmayı. deneyelim, bu öykünün kahramanı sen misin.


ne zaman karşılaşırız? nerede karşılaşırız? rüyalarda mı, bir kahvenin kokusunda, bir eski şarkıda mı, bundan yıllar sonra mı, ziyaretçi analizlerinde, kitap fuarlarında mı? bir adliye, bir hastane, bir üniversite koridorunda mı? pastanelerde mi, yoksa cenazelerde mi? gizli/kaçak sosyal medyada mı? söyle seni nasıl bulayım, söyle; önce evden izin alayım sonra çıkıp arayayım. gündüz vakti, umuma açık bir yerde.


sen her kimsen, belki de herkessen; belki bir gün karşılaşırız. sana her şeyi anlatırım. muhtemelen, en baştan. hayatta kalmanın bir yolu bu.



*Fotoğraf Fatmanur Aksoy'a aittir.

74 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page